27

260 11 5
                                    

Ertesi gün, icra memuru Hareng efendi, haciz zaptını tutmak üzere iki şahitle birlikte eve geldiği zaman, Emma acısını bağrına bastı.

  Adamlar, Bovary'nin muayene odasından işe başladılar. Meslek âleti saydıkları kurukafayı deftere kaydetmediler; fakat mutfakta tabak çanağı, tencereleri, iskemleleri, şamdanları ve yatak odasında da etajerdeki bütün ufak tefekleri saydılar. Fistanları, iç çamaşırını, tuvalet odasını gözden geçirdiler. Emma'nın hayatı, en gizli köşelerine kadar, otopsi yapılan bir ceset gibi, bu üç adamın gözleri önüne boylu boyunca serildi.

  Düğmeleri iliklenmiş daracık siyah elbisesi, beyaz kravatı, çok gergin subyeleri ile Hareng efendi, zaman zaman:

  — Müsaade eder misiniz, Madam? Müsaade eder misiniz? deyip duruyordu.

  Sık sık, hayranlıkla:

  — Çok hoş!.. Çok güzel! diyordu.

  Sonra, kalemini sol eliyle tuttuğu bir bağa hokkaya batırarak yazmaya koyuluyordu.

  Evin katlarını bitirdikten sonra, tavan arasına çıktılar.

  Rodolphe'un mektuplarını Emma orada bir çekmeceye kilitlemişti. Açmak icap etti.

  Hareng efendi, halden anlayan bir gülümsemeyle:

  — Ah, mektuplar! dedi. Fakat, müsaade ediniz, zira içinde başka bir şey bulunup bulunmadığından bizzat emin olmalıyım.

  İçindeki Napoléon altınlarını düşürmek istiyormuş gibi kâğıtları yavaşça eğdi. Emma vaktiyle kalbini çarptıran o kâğıtlara, parmakları sümüklüböcek gibi kırmızı ve gevşek o iri elin dokunduğunu görünce tiksindi.

  Nihayet gittiler. Félicité içeriye girdi. Emma onu Bovary'yi oyalamak için gözcülük etmeye göndermişti; ikisi bir olup haciz muhafızını damın altına yerleştirdiler, o da oradan kımıldamayacağına söz verdi.

  Emma o akşam Charles'ı düşünceli buldu. Yüzünün çizgilerinden suçlamalar sezerek, hafakan dolu bakışlarını ondan ayırmıyordu. Sonra gözleri, Çin ekranlarıyla süslü ocağa, geniş perdelere, koltuklara, hayatının tatsızlığına lezzet katmış olan bütün o eşyaya ilişince, içini vicdan azabı, daha doğrusu uçsuz bucaksız bir pişmanlık kaplıyor, bu da tutkusunu yok edeceğine, büsbütün şahlandırıyordu. Charles, iki ayağını ocağın demirlerine dayamış, rahat rahat kütükleri karıştırıyordu.

  Bir an geldi, muhafız, gizlendiği yerde sıkılmış olacak ki, birazcık gürültü etti:

  Charles:

  — Yukarda biri mi dolaşıyor? dedi.

  — Hayır, bir küçük pencere açık kalmış herhalde, rüzgârdan sallanıyor.

  Emma, ertesi pazar günü, ismini bildiği bankerleri görmek maksadıyla Rouen'a gitti. Bunlar ya kıra gitmişlerdi, yahut geziye çıkmışlardı. Fakat yılmadı, rast getirebildiklerinden para istedi. Paraya acele ihtiyacı vardı, işi olur olmaz iade edecekti. Bazıları alay etti: kimse razı olmadı.

  Saat ikide Léon'un evine gitti, kapıyı vurdu. Kimse açmadı. Nihayet Léon göründü.

  — Seni hangi rüzgâr attı böyle?

  — Rahatsız mı ettim?

  — Hayır... ama...

  Ev sahibinin eve "kadın" almasından hoşlanmadığını itiraf etti.

  Emma:

  — Sana diyeceklerim var, dedi.

  Léon elini anahtara attı. Emma, durdurdu.

Madam BovaryWo Geschichten leben. Entdecke jetzt