“Ağlıyorsun.”

 Ses tonunun kalbimi sızlattığını hissettiğimde daha çok ağlamak istedim fakat bunun yerine dişlerimi kuvvetle dudağıma geçirerek başımı iki yana salladım. “Ağlamıyorum,” dedim hızla yanaklarıma ellerimi bastırarak. Bana inanmasını beklememe rağmen amaçsız bir mücadeleye girişmiştim. “Ağlamıyorum ki.”

Gerginliğin mesken edindiği hava aramızda süzülürken, kısık gülüşünün kulaklarımda çınladığını hissederek bakışlarımı her ne kadar ondan kaçırmak istesem de şaşkınlıkla yüzüne yükselttim. Ağlamama karşın gülüyor oluşu…acı vermemeliydi. Neden yaptığı her hareket incitiyordu tekrar ve tekrar?

Elleri, yüzümü kapattığım parmaklarımı sarıldığında onları yavaşça indirerek çimenlerin üzerine bıraktı. Soğuk tenim, onun sıcak parmaklarının darbesine uğradığında titremişti.

Ellerimi çimenlerin üzerinde konumlandırdığında, parmakları tekrar yanaklarıma çıkarak hala süzülmekte olan göz yaşlarının bir tanesine dokundu, ardından onunda süzülmesine izin verdi. Ellerimi kaldırarak parmaklarını itmek istedim.

Başaramayacağım barizdi.

“Benim yanımdayken hep ağlıyorsun,” dedi Atlas gözleri yere eğik bakışlarımdayken. “Bunu gizlemeye çalışma çünkü her defasında seni görüyorum.”

Onu yumruklamak istiyordum. Tüm güçsüzlüğüme rağmen, parmaklarımı göğsüne gömmek ve bağırmak istiyordum. Hayır demek istiyordum. Beni asla görmeyeceksin.

Ama bunu yapacak kadar iyi değildim. Eğer kaldırırsam bakışlarımı, belki de dudaklarımı dahi aralayamazdım. Karşısında titreyen bakışlarım eşliğinde ses çıkartamayacağımı biliyordum. Beni öylesine güçsüz yapıyordu ki sahip olduğum her saniye, buna lanet etmem gerekliydi belki de.

Bu yüzden sesimi çıkartmadım, başımı tekrar iki yana sallayarak cümlesini reddettim. Ağladığım barizce görünürken bunu hala neden reddettiğimi bilmiyordum. Belki de onun karşısında güçsüz olduğum gerçeğini seslice işitmek, canımı daha beter yakacaktı ve bunu bir şekilde ört pas etmeye çalışıyordum.

İnat gibi dinmek bilmeyen yaşlar, yanaklarımı tekrar ziyaret ettiğinde, hala tenimin üzerinde duran parmağını ıslatmıştı, umursamadığını tahmin edebiliyordum.

“Ağlıyorsun,” diyerek üçüncü defa tekrar etti Atlas. Bu sefer ses tonu diğerlerine göre daha sertti ama beni incitmemişti. “Sadece benim yanımdayken bu kadar çok ağlıyorsun. Veya…”

Elini tenimden ayırıp çimlere bıraktığı avucuma yöneltti, içe doğru sıkı sıkıya büktüğüm parmaklarımı teker teker açarak bana baktı. “….kendini bu kadar sıkıyorsun.”

Parmaklarını avucumun içinde çıkan tırnak izlerinde dolaştırarak onları hissetti. Acıdığını hissetmiyordum, kuvvetle bastırdığımdan ötürü oldukça derin izler oluşmuştu ama sanki kalbim dışında bulunan hücrelerim acı çekmemek adına yemin etmiş gibilerdi. Sanki Atlas’la anlaşma yapmışlardı, hepsi.

Aramızda bulunan ufacık mesafeyi aştığında tamamen bana yaslanmasına engel olan tek şey, araya giren diz kapaklarımızdı. Bağdaş kurduğumdan ve onun da bağdaş kurmasından dolayı bacaklarımız kumaş üstünden temas ediyordu fakat elbette, ona dokunmak nasıl olursa olsun kelimelere sinemezdi.

Başını, yavaşça bana doğru yaklaştırdığında nefesi tenime çarpar haldeydi. Yanaklarımda, hemen göz yaşımın çizdiği yollardan bir tanesiydi. Aldığı soluk yüzünden ısınan yanağım, gözlerimi kapatma isteğimi doğursa da kendimi tutmam gerekliydi.

OKYANUS KADAR MAVİWhere stories live. Discover now