cant hold these daisies alone

Start from the beginning
                                    

Onun için getirdiği papatyaları bir şey demeden eline tutuşturdu ve başını eğdi. Garip karşılar mıydı bilmiyordu, sadece içinden gelmişti. Belki ihtiyacı bile yoktu buna ve kuruyup gidecekti ellerinde. Belki de tam tersi, taşımakta zorlandığı papatyalar onun yanında canlanacak ve daha da güzelleşecekti. Sadece ona bir şeyler katmak, gülümsetmek istemişti. Tam da istediği gibi, Jimin elindeki papatyalara bakarak kıkırdadı. Yanakları kızarmıştı, öpmek istedi ve her zamanki gibi bu bir istek olarak kaldı.

"Çok güzeller, teşekkür ederim."

Omzunu silkti mühim değil dercesine. Onu mutlu etmiş olmak içini huzurla doldurmuştu, sadece bunu düşünerek bile kendisini mutlu edebilirdi saatlerce. İşte şimdi papatyaların ağır yükü hafiflemişti ve elleri ağrımıyordu, yalnızlığının boşluğunda küçük bir kibrit yanıvermişti birkaç saniyeliğine. Tabii, karanlık ağır bastı ve hemen söndü ateş. Jungkook, kursağında kalan heves yüzünden yutkunurken lanet etti gerçeklere. Hayal dünyasında dolaşmak fazla kısa sürüyordu.

Işıkları kapalı salondan, terasa geçerken etrafı süzdü. Masasının üstündeki lamba açıktı, her yer kağıt yığınıydı. Bir şeyler yazdığını anlamıştı, çok kısa bir anlığına onun ürettiği karakterlerin kalbinin güzelliğini hayal etti. Her biri, yaratıcılarının ışıltısından parçalar çalmış ve kendi halinde parlıyordu sanki. Ah, onun karakteri olmayı ne çok isterdi! Belki o da bir parça kalbinin güzelliğinden yaratılmış olurdu, kendi belirsizliğinde boğulacağına onun sevgisi altında, apayrı bir evrende yaşardı.

Terastaki minderlere oturdular ve bir süre hiçbir şey demediler. Oluşan garip sessizlik Jungkook'u germişti, neyse ki Jimin konuşmayı başlatabildi.

"Nasıl geldin bu hale?"

Neyi kastettiğini anlasa da anlamamış gibi görünmeyi seçti. Konuşmanın nereye gideceğini anlar gibi olmuştu ve hayal kırıklığına uğramaktan deli gibi korkuyordu.

"Ne varmış halimde?"

Ses tonu bile gülmüştü sanki ona. Oldukça belliydi, moraran gözaltlarından uyumadığı ve uyuyamamasının sebebinin, kabuslar olduğu. Jeon, hapsolduğu o yalnızlığı gözleriyle bağırıyordu ve Jimin bunun sebebini asla anlayamıyordu.

"Dağılmışsın Jungkook, şu haline bak."

Jungkook çok fazla şey söylemek istedi, saatlerce konuşmak ve dökmek içini. İstemekle kaldı ve ağzından çıkamayan sözlerin etkisi olan gözyaşlarını, gözlerini kapatarak engelledi.

"Kime yazıyorsun?" dedi onun sözlerini umursamadan. İçini kemiren, zehirli bir kıskançlıkla dolmuştu bir anda. "Birisi mi var?"

Sanki tavırlarından her şey yeterince belli olmuyormuş gibi, gözlerine bakmak istemedi. Bakarsa güzelliğine dalıp giderdi, ne dediğini de dinleyemezdi. Gökyüzünü izlemeye çalıştı, bir yandan iç sesi ona kızıyordu. İzlediği gökte bulamadığı parlaklığın tam yanında olduğunu bağırıp duruyordu sürekli.

"Biri için yazmıyorum, kendi karakterlerim onlar."

Başını salladı, hala rahatlamış sayılmazdı. Patlamak üzere olan bir bombaydı sanki. Ağzını açsa hıçkırarak ağlayacak, ona yalvaracak gibiydi. Göğüs kafesinin her yerinde tanıdık bir sızı, boğazına kadar dolup geri giden cümleler. Yavaş yavaş boğulduğunu hissediyordu.

"İlla biri için mi yazmam gerekiyor?" dedi Jimin tek kaşını kaldırarak. Bu soru ona garip gelmişti ve Jungkook'un bu derece mutsuz olması onu sinirlendiriyordu. Onun en yakın arkadaşı değil miydi yoksa? Neden son zamanlarda hep böyle tuhaftı?

Starry Nights with Jikook Where stories live. Discover now