XX

1.4K 46 6
                                    

Razumihin, olanca gücüyle Raskolnikov'un kanıtlarını çürütmeye çabalamaktan şaşkına dönmüş bir durumda:

— İnanmam! İnanamam! –deyip duruyordu.

Pulheriya Aleksandrovna'yla Dunya'nın nicedir kendilerini beklemekte oldukları Bakaleyev'in pansiyonuna yaklaşmışlardı. Razumihin, konuyu ilk kez açıkça konuşmanın verdiği heyecan ve şaşkınlıkla, yolda ikide bir duraklıyordu.

Raskolnikov, soğuk ve küçümseyici bir gülümsemeyle:

— Sen inanma! –dedi.– Her zaman olduğu gibi hiçbir şey fark etmedin sen, bense her sözcüğü tartıyordum.

— Kuruntulu bir adamsın da onun için tartıyorsun her sözcüğü... Hımm... gerçekten de Porfiri'nin tavrının tuhafça olduğunu kabul ederim... Özellikle de Zamyotov denen alçağın!.. Haklısın, bir şeyler vardı dilinin altında, ama niçin? Niçin?

— Bir gecede düşüncesini değiştirdi de ondan.

— Bence, tam tersine! Tam tersine! Eğer şu sakat düşünceye inanıyorlarsa, bütün güçleriyle bunu gizlemeye, kartlarını belli etmemeye çalışırlardı... Oysa bunlar sözlerine hiç dikkat etmeden, son derece küstahça konuşuyorlardı!

— Eğer ellerinde biraz delil, ama şöyle gerçek deliller... ya da ciddi bir temele dayanan ufacık bir kuşkuları olsaydı, daha çok kazanma umuduyla ellerini gizlerlerdi, oyunu gizli oynarlardı (bu arada örneğin, çoktan bir arama yaparlardı!). Ama ellerinde bir tek olsun delil yok. Yalnızca birtakım kuruntular, uçuşan birtakım düşünceler var. Edepsizleşmeleri ve şaşırtma yoluna başvurmaları, bundan... Porfiri belki de bunun için öfkeleniyor, canı sıkılıyor... Belki de başka bir amacı var... Akıllı bir adama benziyor... Bilir görünerek beni korkutmak istiyor da olabilir... Onun da kendine göre bir psikolojisi var... Ama keselim artık! Bu açıklamaları yapmak bile bana iğrenç geliyor!

— Ve aşağılayıcı, aşağılayıcı! Seni anlıyorum! Şu anda madem seninle açık açık konuşuyoruz (sonunda bu konuyu açıkça konuşmaya başlamamız çok iyi oldu!) şu anda sana açıkça itiraf ederim ki, onların kafasında böyle bir düşüncenin bulunduğunu ben çoktandır sezinliyordum, Gerçi bu belli belirsiz bir kuşkudan öteye geçen bir şey değildi, ama böyle de olsa, nasıl cesaret edebilirler böyle bir şeyi akıllarından geçirmeye? Bu düşüncenin kökleri nerelerde gizli? Nasıl öfkeden kuduracak hale geldiğimi bir bilsen! Şimdi şu duruma bak: Yoksulluğun pençesinde kıvranan kuruntulu bir genç... Kendi değerini bilen ve kendine değer veren bir üniversite öğrencisi... Altı aydır, çekildiği köşesinde bir tek insan yüzü görmemiş... Ağır, sayıklamalı bir hastalığın hemen öncesinde, belki de tam hastalığın başladığı gün (buraya dikkat!) sırtında yırtık bir gömlek, ayağında tabanı gitmiş kunduralar, kendini birden karakolda, birtakım polislerin ortasında buluveriyor ve burada bunların çeşitli aşağılamalarına katlanıyor... Derken birden burnuna bir borç senedi dayayıveriyorlar: Saray müşavirlerinden Çebarov'a ait günü geçmiş bir senet... Ortalığı kaplayan ağır boya kokusu, otuz dereceyi bulan sıcaklık, karakolu dolduran bir yığın insan, pis, boğucu bir koku ve birkaç gün önce evine gittiği bir kocakarının öldürüldüğü haberi... Ve bütün bunlar açlıktan karnı bağırsağına geçmiş bir durumdayken oluyor! Bayılmaz da ne yapar insan? Ve bunlar böyle bir şeyi dayanak yapıyorlar kuşkularına! Allah belasını versin! Bunun can sıkıcı bir şey olduğunu biliyorum Rodya'cığım, ama senin yerinde ben olsam, hepsinin gözünün içine baka baka, bir kahkaha atar ya da daha iyisi suratlarına şöyle okkalı bir tükürük savururdum! Hepsini bir güzel kalaylamayı da unutmazdım. Sen de tükür gitsin! Cesaret! Ayıp yahu!

"Doğrusu güzel özetledi!" diye düşündü Raskolnikov. Sonra acıyla:

— Suratlarına tükürmek mi? –dedi.– Ama yarın yine sorgu var! Ve ben yarın yine bin bir açıklama yapmak zorun dayım... Dün restoranda Zamyotov'la konuşarak kendimi alçalttığım için öyle canım sıkılıyor ki!

Suç ve CezaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin