Nerdeyse sekiz dakika boyunca, hiçbir şey yapmadan uzandı. Son anda kendine gelerek üzerindeki beyaz eşofman takımlarını çıkardı, yerine siyah pantolonuyla bordo tişörtünü giydi. Çantasından ihtiyacı olan şeyleri alıp cebine koydu, biraz parfüm sıktı ve odasının anahtarını da alarak dışarı çıktı.

Harry onu kapısına yaslanmış bir halde bekliyordu. Louis'ninkiyle aynı görüntüde bir pantolonu vardı. Tişörtü ve ayakkabıları griydi. Gri rengi görünce, Louis ona eski gri hırkasını vermesi gerektiğini hatırladı. Ve ondan walkman ile kaseti alması gerektiğini.

Yukarı çıkarken kullandıkları merdiven, aşağı inişte çok daha bunaltıcıydı. Kapının orada, resepsiyonist onları başıyla selamlayıp telefon görüşmesine devam etti. O kadar baştan savma bir yerdi ki, adam üniforma giymeye bile gerek duymamıştı.

Buradan çıkıp çocukluklarının geçtiği caddede yürürlerken Harry parmaklarını onunkilere geçirip sıkıca elini tuttu. Buralarda hep el ele yürürlerdi, şimdi iki yabancı gibi ayrı olmak istemedi.

Harry'nin eski evinin olduğu muhit çok hareketsizdi. Ev, boyası bile değişmemiş bir halde duruyordu. Kapının önündeki patika yola taşlar döşenmişti. Yolun ilerisinde eski arkadaşı Olly'nin evi vardı.

Buranın aksine, Louis'nin evi değişmişti. Bir kat daha eklenmişti, bahçesi asfaltla kapatılmıştı, garaj boyanmıştı. Louis'nin hiç aile ortamını tadamadığı bu evin bahçesinde şimdi bir kadın, çocuğuyla gülüşüyordu.

Her şeyde duygulanmasına rağmen, Harry'i ağlatan yer bura oldu. Bu evin önünde duran, onların birbirine not bırakıp haberleşmelerini sağlayan kalın söğüt ağacı yerinde durmuyordu. O ağaçtan geriye sadece kökleri hala toprağa bağlı olan kısa bir kütük parçası kalmıştı.

Gözlerine dolan yaşları serbest bırakmadan önce sadece "Ağacımızı kesmişler." diyebildi. Louis onu kendine çevirip sarıldı, sırtını sıvazlayarak ona destek olmaya çalıştı. Üzüldüğü tek şeyin bu olmadığını biliyordu, bu şehirdeki her şeyin onu duygulandırdığını ve bu ağacın kesildiğini görmenin de patlama noktası olduğunu biliyordu.

Dudaklarını onun yanağına bastırdı, saçlarını okşadı. "Hadi gidelim buradan, iyi gelmedi sana." dedi. Onun ağladığını görmeyi gerçekten hiç ama hiç sevmiyordu.

Harry ondan ayrılmadan "Bir daha öp." diye mırıldandı. Louis o an yıllar öncesine dönüş gibi oldu. Aynı küçük inatçı çocuğu gördü. Kalbinin saniyeler içinde bu kadar yumuşamasına şaşırmadı, çünkü eskiden de Harry'nin tek hareketiyle erirdi. Gülümsemesine engel olamadan diğer yanağını da öptü. "Ağlama, benim minik balkabağım."

"Lou!" Harry geri çekilirken gözleri ve burnu kızarmış bir şekilde gülüyordu. "Benim bir saygınlığım var."

"Isırırım senin saygınlığını!"

İkisi de deliler gibi kahkaha atarken, Louis vakit kaybetmemek için tekrar onun elini tuttu. "Şirin, minik balkabağım." dedi yürümeye başlayarak. "Çocukluğum, şirinem, ilk sevgilim, hançerimin gülü, maskemi çıkartan inatçı çocuk..."

"Louis, yemin ederim ağlarım." Harry bunu söylerken sesinin çoktan titremiş olduğunu fark eden Louis onun elini öptü. "Birlikte ağlarız."

Genel anlamda sokaklar hala aynıydı. Yollar yenilenmişti, yeni binalar hariç her şey yerli yerindeydi. Bazı dükkanlar değişmişti. Ama eski okulları, olduğu yerde tıpatıp aynı şekilde duruyordu.

Harry uzun uzun eski okulunu izledi. Önünde durdukları kapıda, eskiden Louis'nin gelmesini beklerdi. Onunla birlikte bahçedeki diğer öğrencilerin arasına karışır, demir kapıdan geçerek binaya girerlerdi. Çıkışta da burada buluşup hemen karşıdaki parka giderlerdi. O zamanlar parkın yolu daha uzun gelirdi Harry'e, belki de küçük olduğu içindi. Hamburgerciye giden yolu da hep sonsuzluk kadar uzun bulurdu ama iki adım ötedeydi işte.

FRANKWhere stories live. Discover now