— Sakın sen iyiden iyiye hastalanmış olmayasın? –dedi.

Bu söz üzerine kapıcı bir an başını çevirip baktı.

— Dünden beri ateşin var... –diye ekledi Nastasya.

Raskolnikov susuyor, kapıcının verdiği kâğıdı açmadan elinde tutuyordu.

— İstersen kalkma, –diye sürdürdü sözlerini Nastasya, delikanlının kalkmak için divandan bacaklarını sarkıttığını görmüş, acımıştı.– Hastasın, gitme, sen gitmedin diye öldürecek değiller ya... Elinde ne var öyle?

Delikanlının bakışları eline gitti: Pantolon paçalarından kestiği parçalarla, çorap ve cep astarı sağ elinde duruyordu. Elinde onlarla uyumuştu. Sonraları, bunun üzerinde durup düşündüğünde, arada bir ateşler içinde uyanıp, yarı uykulu, bu paçavraları elinde sımsıkı tuttuğunu ve yeniden bunlarla uykuya daldığını anımsayacaktı.

Nastasya her zamanki sinirli kahkahalarından birini patlattı :

— Şuna da bakın, sanki hazineymiş gibi nasıl tutmuş paçavraları, uykusunda bile bırakmıyor!..

Delikanlı elindeki paçavraların hepsini çabucak paltosunun altına sokuşturdu, bakışlarını Nastasya'ya dikti. Şu anda pek öyle sağlıklı düşünebilecek, akıl yürütebilecek durumda değildi; ama kendisini yakalamak için gelinmiş bir adama da böyle davranılmayacağını hissedebiliyordu.

"İyi ama, ya polisten gelen şu çağrı kâğıdı?.."

— Çay içer miydin? İstersen getirebilirim, biraz kaldı.

Delikanlı ayağa kalkarken:

— Yok, hayır, –diye mırıldandı.– Çıkacağım, hemen şimdi çıkıyorum...

— Peki merdivenlerden inebilecek misin?

— İnerim.

— Nasıl istersen.

Kapıcının arkasından Nastasya da çıktı. Raskolnikov hemen ışığa gitti ve çorabıyla pantolon paçalarını gözden geçirmeye başladı. "Leke var ama, fazla belli değil; tozlanıp kirlenmekten ve sürtünmekten belirsiz olmuş. Önceden bilmeyen hiçbir şey anlamaz. Nastasya da, çok şükür, uzaktan hiçbir şey fark etmedi! Sonra telaşla çağrı kâğıdını açtı ve okumaya başladı; dikkatle birkaç kez okuduktan sonra ancak anlayabildi kendisinden ne istenildiğini. Mahalle karakolundan yapılmış sıradan bir çağrıydı bu; bugün saat dokuz buçukta karakola gidip komiseri görmesi isteniyordu.

Acılı bir şaşkınlıkla: "Ne zaman haberleri oldu ki?" diye düşündü. "Yoksa polisle ne işim olacak benim! Hem niçin bugün? Tanrım! Ne olacaksa varsın bir an önce olsun!" Az kalsın diz çöküp dua etmeye başlayacaktı, ama birden gülümsedi: Dua etmek isteyişine değil, kendineydi gülmesi. Çabucak giyinmeye başladı. "Mahvolurmuşum!.. Olursam olayım! Çorabı da giymeli! Toz toprak içinde izler tümden yok olur gider. Ama giymesiyle çıkarması bir oldu: Korku ve tiksinti duymuştu. Başka çorabının olmadığı aklına gelince yeniden giydi çıkardığı çorabı ve yeniden güldü: Bir yandan tir tir titriyor, bir yandan "Bütün bunlar koşullara bağlı şeyler," diye geçiriyordu kafasından, "göreli şeyler, yani bir biçimsellik sorunu... Ama yine de giydim işte... Giyerek son verdim bu işe!" Gülümsemesi birden umutsuzluğa döndü: "Hayır, gücüm yetmeyecek..." diye düşündü. Ayakları titriyordu.

— Korkudan! –diye mırıldandı kendi kendine.

Başı dönüyor, ateşten ağrıyordu. Odasından çıkıp merdivenlere doğru yürürken söylenmeye devam etti:

— Tuzak bu! Tuzağa düşürmek istiyorlar beni... Şaşırtmak istiyorlar... Böyle sayıklamalı bir durumda bulunuşum çok kötü... Aptalca birtakım yalanlar söylemesem bari...

Suç ve CezaМесто, где живут истории. Откройте их для себя