— Ne oluyor bana böyle? –diye bağırdı yeniden; kendinden geçmiş gibiydi.

Bu sırada tuhaf bir şey geldi aklına: Ya giysilerim tümden kan içindeyse, pek çok leke var da ben göremiyorsam? Çünkü aklım, zihnim, kavrayışım sağlıklı değil... Birden, para çantasının da kanlanmış olduğunu anımsadı!.. "Eyvah! Öyleyse cebim de kanlanmıştır, çünkü cüzdanı kanlı kanlı sokmuştum cebime!" Hemen cebini ters yüz etti; gerçekten de astarda kan lekeleri vardı! Zafer kazanmışçasına sevindi, derin derin iç geçirip, "Demek ki, aklım başımda daha," diye düşündü, "cebimin kanlanmış olabileceğini akıl edebildiğime göre, demek daha doğru düşünebiliyorum... Sıtmanın etkisiyle bir anlık bir bellek yitimiydi deminki, sayıklamaydı!..." Ve pantolonunun sol cebinin astarını olduğu gibi söküp çıkardı. Bu sırada güneş sol ayağının üzerine vurmuştu: Kundurasının açık ucundan görülen çorabının burnunda da kan lekesi var gibiydi. Fırlatıp attı kundurasını: "Gerçekten de kanlanmış! Çorabın burnu olduğu gibi kan içinde!" Demek bir ara kan birikintisine basmıştı... "Ne yapayım şimdi ben bunları? Bu çorabı, bu cep astarını, paçalarımdan kestiğim bu kanlı kumaş parçalarını?."

Kumaşlar avucunun içinde, odanın ortasında dikilmiş duruyordu. "Sobaya mı atayım? Ama önce sobadan başlarlar aramaya. Yakayım mı? İyi ama neyle? Bir kibritim bile yok. Hayır, en iyisi çıkmak ve hepsini dışarıda bir yerlere atmak. Evet evet, atmak! Hem de şimdi, hiç zaman yitirmeden." Yeniden divana otururken aklından bunlar geçiyordu, ama düşündüğü şeyi yapacak yerde, başı yeniden yastığa düştü, yeniden karşı konulmaz titremelerle sarsıldı ve yeniden paltosunu üzerine çekti. Birkaç saat gibi uzunca bir süre hep aynı şeyleri yineleyip durdu: "Hemen şimdi; hiç ertelemeden, doğruca dışarı çıkıp defetmeliyim bunları, gözlerden ırak etmeliyim! Şimdi, hemen şimdi!" Birkaç kez divandan fırlayıp kalkacak gibi oldu, ama kalkamadı. Uyanıp tümüyle kendine gelebilmesi, ancak oda kapısının şiddetli vurulmasıyla oldu.

Nastasya'ydı gelen, bir yandan kapıyı yumrukluyor, bir yandan bağırıyordu:

— Açsana kapıyı! Öldün mü be adam! Durmadan uyuyor! Bütün gün köpekler gibi uyuyor! Evet, tam köpekler gibi! Aç şu kapıyı, saat onu geçiyor.

Bir erkek sesi:

— Belki de odasında yok, –dedi.

"Eyvah. Kapıcının sesi bu... Ne istiyor acaba?" Hemen kalktı, divana oturdu. Yüreği öylesine çarpıyordu ki, göğsü çatlayacak gibiydi.

— Kapıyı arkadan çengellemiş ya... –diye itiraz etti Nastasya.– Arkadan kapı kilitlemeye de başlamış beyimiz! Sanki kaçıracaklar kendisini! Açsana kafasız herif şu kapıyı, aç, uyan!

"Ne istiyorlar? Kapıcı neden gelmiş? Her şey anlaşılıyor. Dirensem mi, yoksa açsam mı kapıyı? Mahvoldum!.."

Yerinden hafifçe doğruldu, öne doğru uzanıp çengeli kaldırdı, kapıyı açtı. Odası öylesine küçüktü ki, işte böyle oturduğu yerden bile açabiliyordu kapıyı. Nastasya ile kapıcı girdiler içeri.

Nastasya tuhaf bir bakışla süzüyordu kendisini. Raskolnikov kışkırtıcı, ama aynı zamanda umutsuz bakışlarını kapıcıya dikti. Beriki hiçbir şey söylemeden, ikiye katlanmış, mühürlü bir kâğıt uzattı kendisine.

— Resmi bir yazı, –dedi kâğıdı uzatırken,– daireden...

— Ne dairesinden?.

— Polisten yani... Oraya, merkeze çağıyorlar. Hangi daire olduğu belli...

— Polis mi? Niçin?

— Nerden bileyim ben! Madem çağırıyorlar, git...

Kapıcı bunları söyledikten sonra, dikkatle ona baktı, odaya bir göz gezdirdi, sonra çıkmak için arkasını döndü. Nastasya, bakışları hâlâ onun üzerinde:

Suç ve CezaWhere stories live. Discover now