Bölüm 2

32.8K 1.6K 146
                                    

Gece yarısı aniden uyandığımda hatırlayamadığım rüyamdan dolayı kalbim hızla çarpıyordu. Nefesim normale dönene dek boş gözlerle tavanı seyretmekten başka bir şey yapmadım.

Bir süre sonra ise odada bir farklılık olduğunu hissettim. Havada bir yoğunluk, farklı bir koku vardı. Gözlerim karanlığa alıştığında yatağımın tam karşısında duran koltuktaki silueti gördüm. Vücudumdaki bütün kaslar bir anda kasıldı ve dehşet içinde yataktan fırladım. Ondan önce her zaman yastığımın altında tuttuğum küçük silahımı da elime almayı akıl edebilmiştim.

Burada yaşamaya başladıktan hemen sonra edindiğim silahımı ilk defa birine doğrultuyordum. Arada atış poligonunda üzerimdeki pası atacak kadar çalışırdım ama bu soğuk metalden nefret etmeden de duramazdım. Moretti ailesinin bir üyesi olunca bu bir zorunluluk oluyordu.

Sakin kalmaya çalışarak nefes aldım ama o kadar sık nefes alıyordum ki başım dönmeye başlamıştı. Karşımdaki kişinin kim olduğunu gördüğüm an ise nefesim kesildi. Yine de silahımı indirmedim.

Leonardo tam karşımda oturuyor ve bana her zamanki gibi hissiz bakışlarından birini armağan ediyordu. Sanki kendi evindeymiş gibi rahat bir tavırla koltuğumda bacak bacak üstüne atmış halde oturuyordu. Üstünde vücudunun ince uzun yapısını belli eden bir gömlek ve mükemmel kesimli bir pantolon vardı. Fazla kaslı görünmese de düzenli spor yaptığını ve ne kadar güçlü olabileceğini biliyordum; gençliğinden beri atletik bir duruşu olmuştu. Yaşı ilerledikçe vücudu da acımasızlığı gibi gelişmiş ve karşımdaki ruhsuz, duygusuz adam olup çıkmıştı.

Onu saatler önce görmeme rağmen deliler gibi özlemiştim ama yine de kendimi koruma içgüdümle kaşlarımı çattım ve dümdüz bir sesle, "Gecenin bu saatinde evimde, odamda ne arıyorsun," diye sordum.

Sorumu üzerine alınmış görünmüyordu. Oturduğu koltuktan kalktı ve şaşkınca ona bakan suratımın tam karşısına geçti. "Sen beni aramayınca ben de seni ziyaret edebileceğimi düşündüm," dedi ağır ağır.

Ona böyle davranmak canımı yakıyordu ama bu gelişinin sırf babamın emirlerini yerine getirmek için olduğunu bildiğimden -sahte ya da gerçek fark etmez- tüm nefretimi kusasım geliyordu.

"Kapıyı çalabilirdin. Seni içeri almayacağımdan mı korktun," diye sorarken Tanrı'nın ona epey cömert davrandığını gösteren yüzünü inceledim. Bana bakarken kıvrılan dudaklarında saf şehvet vardı. Ama o şehvetli dudaklar hiçbir zaman benimkilerin üzerinde olmamıştı ve olmayacaktı da. Her defasında o dudakların benimkiler üzerinde nasıl hissettireceğini düşünmeden edemiyordum.

Elimde bir silah vardı, ona doğrultmuştum ama tek düşünebildiğim beni öpmesiydi.

"Kesinlikle alırdın ama böylesi daha... Nasıl desem zevkli," derken bu sefer hain bir sırıtış belirdi dudaklarında.

"Zevkli mi? Sen benimle dalga mı geçiyorsun?"

"Benim hiçbir zaman kimseyle hele de seninle kafa bulmadığımı bilirsin, Alessandra. Babanın emri bu akşam yola çıkmamızdı. Geç bile kaldık. O yüzden," deyip öylesine çabuk hareket etti ki ne yaptığını bile anlamadım.

Silah benim elimden bir anda onunkine geçmişti. Karanlıkta bile parlamayı başarabilen mavi gözlerini kısmış şekilde silahın emniyetini kapatıp, içindeki kurşunları kontrol etti. O kadar profesyoneldi ki onu durduracak hiçbir harekette bulunamadım.

LEONARDOWhere stories live. Discover now