Harry sanki Louis ile göz göze gelmek istiyormuş gibi kameraya döndü. "Frank; özgür adam demek. Biz bir döngünün içindeydik. Onun, sevdiğim kişinin zincirleri vardı ve özgür kalması gerekiyordu. Onu özgür kılabilecek tek kişi bendim. Ve ben de kendimi sadece onun mavi gözlerine bakarken özgür hissediyordum. Özgürlüğümüzü birbirimizin gözlerine bağlamıştık."

Louis elini uzatıp ekrana dokundu. Kimse görmüyor olabilirdi ama o Harry'nin gözlerindeki acıyı görüyordu. Özlemi, hüzünü, aşkı görebiliyordu. Göz kapaklarını öpmeyi, kötü günlerin geçtiğini söyleyerek onu mutlu edebilmeyi istedi.

"Arkasında çok derin bir anlam varmış. Bu gerçekten etkileyici."

"Teşekkür ederim."

Yüzündeki ufak tebessümü, gurur dolu bakışları, eşsiz gamzeleri, yumuşacık görünen saçlarıyla o kadar güzel görünüyordu ki, Louis beyninin uyuştuğunu hissediyordu.

Norah O'Donnell, Harry'e imza günleri ve yeni kitap projeleri ile ilgili birkaç soru sordu. Harry hepsini cevapladı. Sonunda reklam aralarına girmeleri gerekince, kamera sunucu kadına yöneldi.

"Bu sabah Harry Styles bizimleydi, kendisine katılımı için çok teşekkür ediyoruz. Frank'i Birleşik Krallık'taki tüm kitapçılarda bulabilirsiniz. Reklamlardan sonra sanatın yükselen ismi Lu Yang konuğumuz olacak, bizden ayrılmayın."

Jenerik müziği tekrar ekrana döndüğü sırada Calum televizyonu kapattı.  "O da seni seviyor, evine kadar gelmiş. Hatta sana kitap yazmış. Yani ikiniz de birbirinizi istiyorsunuz işte. Niye hala acı çekiyorsunuz anlamıyorum ki."

Louis onlara döndü. "On dört yıl diyorum, Calum. On dört. Onu hem çok iyi tanıyorum, hem de hiç tanımıyorum. O hem benim biricik sevgilim, hem de hiçbir şeyim. Anlıyor musun? Birden bire kaldığımız yerden devam edemeyiz."

Ashton düşünceli bir şekilde ayağa kalktı. "Baştan başlayın o zaman. Sen demiştin, Harry seni elde etmek için çabalamış. Şimdi sıra sende. Ara onu, randevu teklifi et. Yeni tanışmış gibi randevulaşın, birbirinizi tekrar tanıyın... Yani bence böylesi mantıklı."

"Hem zamanla senin onu hala eskisi gibi sevdiğini görüp affedecektir." diyerek onun görüşünü destekledi Michael.

Louis tereddütle Calum ve Luke'un gözlerine baktı. Onlar da bunu onayladıklarını belirtecek şekilde başlarını sallayınca, "Nasıl yapacağım bunu?" diye sordu.

Ashton masadaki telefonu alıp ona fırlattı. "Ara onu. Röportajı için tebrik et ve bu haftasonu seninle randevuya çıkmak ister mi diye sor."

Louis kendi cep telefonunu havada yakaladı. Luke eliyle ona git işareti yaptı. "Ara, hadi."

Gergin bir şekilde ayağa kalktı, yalnız kalabilmek için odasına yürüdü. Bir yandan da rehberinde kayıtlı olan Harry'nin numarasını bulup aradı.

Lütfen kabul etsin, lütfen kabul etsin, lütfen kabul etsin.

Birkaç "bip" sesinden sonra çağrı cevaplandı ve Harry hattın diğer ucundan "Merhaba." dedi.

"Mer-merhaba. Şey, röportajın harikaydı, tebrik etmemi istediler. Yani ben, ben tebrik etmek istedim."

Eliyle alnına vurdu. Nasıl bu kadar gerizekalı olabiliyordu ki?

"Ağlamışsın." dedi Harry onun söylediği her şeyi es geçerek. "Louis, ağlamandan nefret ediyorum."

"Ağlamadım. Seni görünce azıcık gözlerim doldu sadece. Çok az ama..."

Asıl amacı olan teklifi etmektense oturup da her an ağlayacak kadar duygusal olmasından bahsetmek istemiyordu. Bu yüzden Harry araya girmeden önce, Louis "Sana bir şey soracağım." dedi.

"Sor tabi, dinliyorum."

"Şey, eğer müsaitsen bu hafta sonu benimle yemeğe çıkmak ister misin? Yani yemeğe çıkmak derken... Evime gelmek ister misin? Sana yemek yaparım, belki biraz sohbet ederiz..."

Harry kıkırdayınca Louis mutluluktan çığlık atmak istedi. Şu gülüşü duymak için dünya nüfusunun tamamını katledebilirdi.

"Randevu teriminden gerçekten korkuyorsun, değil mi Lou? Eskiden de böyleydin. Eğer beni randevuya çıkarmak istiyorsan, kabul ediyorum."

"Gerçekten mi?" diye sordu Louis şaşkınca. Yukarıya baktı ve içinden defalarca teşekkürler Tanrım dedi.

"Evet. Gerçekten. Bizim için bir şey yapmak istiyor olman çok güzel."

Louis onun gülen yüzünü hayalinde canlandırmaya çalışırken "Senin için her şeyi yaparım." dedi. "Kabul ettiğine göre, seni bekliyor olacağım."

"Peki."

İkisi arasında 10 saniyelik bir sessizlik oluştu. Sonra Harry yeniden konuştu. "Louis, yemeği sen yapacaksan, bana makarna yapar mısın? Beşamel soslu."

Louis aniden kalbinin ortasına bir ağırlık çöktüğünü hissetti. "Fırında mı?" diye sordu titrek bir sesle.

Harry olumsuz bir ses çıkarttı. "Hayır, senin yaptığın tarzda."

"Olur." dedi Louis. Harry'e yaptığı ilk yemek o makarnaydı. Beceriksizce hazırlanmıştı.

İkisi aynı anda heyecan dolu bir şekilde nefes aldı. Harry gülümsemesine engel olamayarak sordu: "Haftasonu görüşürüz o zaman?"

Louis de onun gibi gülümsedi. "Görüşürüz."

FRANKWhere stories live. Discover now