2. bölüm

430 39 0
                                    


Önceki Bölümde
"Su makinelerinin olduğu yöne doğru ilerlerken mavi saçlı bir adamın saçmalık yapan 4 erkeği çektiğini gördüm. Oldukça uzaktaydılar, benim gözlüklerim yanımda değildi ve gözlerim kurumasın diye lenslerimi de takmamıştım. Biraz daha ötelerinde ise büyük bir kalabalık vardı. Bunlar?"
Biraz daha yakına gidip baktığımda, saçmalık yapanların herzamanki The Vamps olduğunu anladım. Açıkçası mektupta yada atılan emailde onlarla birlikte uçacağım yada röportaj gününe kadar görüşeceğim yazmıyordu. Benim için de büyük bir şok olmuştu ama onların uçağının benimkiyle aynı oldup, olmadığını bilmiyordum. Şuan burada olduklarına göre heralde ayni uçakla gidecektik.
Suyumu alıp, oturduğum yere geri döndüm. Şuan oturduğum yerden onların yaptıkları saçmalıkları gözetliyordum. Çok neşeli ve hareketliydiler. Hayranlarının yanına gidip birkaç fotoğraf ve imza dağıttılar. Dışardan bana bakıldığında, ağzından salya akan, gözleri tek yere sabitlenmiş ve saçı başı dağılmış bir ucube gibi görünüyor olabilirim. Güvenlik görevlileri hayranları göndermeye başlamıştı ve mavi saçlı adam ise kamerasını kapatıyordu. Anons çoktan yapılmıştı ve salon birden bir sürü insanla doldu. Buraya gelip, gelmediklerini göremiyordum. Tekrar anonsu duydum bu sefer Business Class'la uçacak olanların bir sonraki kapıya gitmesi gerektiğini söylüyordu. Benim biletimin Business Class olup, olmadığından emin değildim, bu yüzden çantamdan çıkardım ve evet o da Business Class'tı. Yaklaşık bir saattır oturduğum demir oturaklardan kalktım ve bir sonraki kapıya yürümeye başladım.
Vardığımda yaklaşık 10 kişi orada bekliyordu. Diğer bekleme salonuna farkla burada yiyecek otomatları vardı ve oturma yerleri demir değil, deriydi. Ben rahat görünen koltukların birine kendimi attım ve telefonumu çıkarıp oyanamaya başladım. Piano Tiles oynuyordum. Rekabet modunda rekorumu kırmak üzereydim. Eski rekorum 785'ti fakat şimdi 843 yapmıştım. Küçük çaplı bir çığlık attığımda, salondaki insanların hepsi bana bakmaya başladı. Bende onlara yapma bir gülücük attım. Garibim, biliyorum.
Hava çok kötüydü. Her 5 dakikada bir şimşek çakıyordu ve bu korkutucuydu çünkü her çaktığında etrafı aydınlatıyor, yüksek ses çıkıyordu. Ben bunları düşünürken tekrar anons yapıldı ve uçağımın rötar yaptığını ve en erken 2 saat sonra şimşekler azaldığında, Havalimanı'ndan havalanabileceğini söylüyordu. Zaten yaklaşık 2 saattır oturuyordum ve popom yassılaşmaya başlamıştı. Valizim yanımda değildi çünkü Avustralya'dan Amerika'ya bağlantılı gidiyordum ve İngiltere'de valizi almam gerekmiyordu. Çantamı da alıp koltuktan kaktım ve salondan çıktım.
Tuvalete doğru ilerlemeye başladım. Canım çok sıkılmıştı ve havaalanında eğlenebileceğim hiç birşey yoktu. Yanımda biri olmasını yeğlerdim, enazından konuşacak biri olurdu. Tuvalette işim bitince gidip biraz atıştırmalık almak istedim. Havaalanında kafe gibi bir yer buldum ve oturdum. Bayan, benim ne kadar yemek yememi istese de, kahve almayı tercih ettim ve yanına da küçük cupcakelerden aldım. Kahvemi içerken bir yandan da Instagram'da dolanıyordum. Etiketlediğim fotoğraflara baktığımda, bugün havaalanındaki hayranlarımla çekildiğim fotoğraflardan bazılarını gördüm. Güzel çıkmıştım. Fotoğrafları beğenip, birkaç tanesine yorum yaptıktan sonra kahvemin bittiğini farkettim. Son kalan cupcake parçalarını da ağzıma tıktım ve biraz daha burda oturmaya karar verdim çünkü salondaki koltuklar çok rahatsızdılar.
Yarım saat daha oturdum ve kalktım. Etrafta biraz dolanmaya karar verdim çünkü ayaklarım tutulmuştu. Yürürken kitapçıda durdum ve birkaç dergi aldım. Hepsinde de The Vamps vardı. Dergileri çantama koydum ve tekrar etrafta dolaşıyordum ki tanıdık bir müzik sesi duydum. Etrafa bakındım ve yerde oturan 4 çocuk dikkatimi çekti tabiki onlar The Vamps'tı. Ne yapacağım hakkında emin değildim, onlara gidip "Hey ben de Amerika'ya gidiyorum ve orada sizinle röportaj yapacağım" demeyecektim ya. Desem mi acaba diye düşünürken, kendimi onların yanına yürürken buldum. Yerde otururken hem gülüyorlardı hemde şarkı söylüyorlardı. James, Connor ve Brad gitar çalarken Tristan da bagetleriyle ritim tutuyordu. Çok sıkılmıştım, yanlarına mı gitsem diye düşünüyordum en azından fotoğraf çektirir sıradan bir hayranımı gibi davranabilirdim.
Yanlarına gidip James'in yanına oturdum. Bana deliymişim gibi bakıyorlardı. Ben de Brad'e eşlik ettim ve şarkıyı bitirdik. Sesim iyi değildir, küçükten şarkı söylediğimde, abim bana yastık fırlatırdı gerçi şimdi de bir farkı yoktu.
"Sen de bir hayran olmalısın?" Dedi James. Soru sorar gibiydi ama aksanından ne dediğini zor anlamıştım. Ne diyeceğimi bilmiyordum.
"E..evet aslında sizinle Amerika'da röportaj yapacağım." Dedim. Çok heycanlanmıştım. Bana anlamamış gibi bakıyorlardı ama sonra Tristan "Seni bir yerde gördüm gibi ama tam çıkaramıyorum"dedi.
"Youtube'da video yapıyorum. Bana bir email geldi ve sizinle röportaj yapmamı rica ettiler, ben de kabul ettim." Dedim. Hepsi hatırladıklarına dair sesler çıkardılar.
"Bizimle tura çıkacak olan sen misin yani?"
"Bunun hakkında bir bilgim yok. Bana böyle bişeyden bahsetmediler." Dedim. Şaşırmıştım. Böyle bişeyden haberim yoktu.
"Muhtemelen yanılıyorumdur." Dedi Tristan. Umarım yanılmıyorsundur Tris.
"İngiliz değilsin, Amerikan aksanın da yok, nerelisin?" Bu sefer soran Brad'di.
"Avustralyalıyım."
"Adın yanlış hatırlamıyorsam Adealline'di?" Bu sefer Connor konuştu. İskoç aksanı çok hoştu. "Evet."
"Uçağın kaçtaydı? Bizimki iki saat rötar yaptı da." Dedi James. "Benimki de, sanırım aynı uçak."
"Yanlızmısın? Yoksa sana eşlik eden biri var mı?" Bir başka soru yönelten Tristan oldu. "Evet, yanlızım."
Biraz daha konuştuktan sonra, ben fotoğraf çektirmek istedim ve telefonumu Dean'a ( Mavi saçlı adam asdffgg) uzattım. Tris ve James benden çok uzundular bu yüzden bende Brad ve Connor'ın arasına geçtim. İkisi de ellerinin birini belime koydular. Sanırım kalp krizi geçiriyordum. Garip garip fotoğraflar çektikten sonra uçağıma doğru yürümeye karar verdim.
Çok sevecenlerdi. Ayni zamanda da hepsi birbirinden salaktı. Hep gülüyorlardı. Birbirlerine şakalar yapıyorlardılar. Salona girdiğimde bir yer bulup oturdum. James, atlama ipini çıkardı ve salonun ortasında zıplamaya başladı. Gerçekten garip biri. Her atladığında, t-shirtü yarıya kadar açılıyordu ve benim için harika bir görüntü oluşturuyordu. Karın kasları çok gelişmişti. Sonunda yorulup, yerine oturdu.
Yine bilgisayarımı çıkardım ve PLL'e devam ettim. Birinci bölümden sonra yanıma birinin oturduğunu farkettim. Suratına bakmamıştım, 15. Bölüme başlayacakken yanımdaki ses "Yüzüme bakmayacak mısın?" Diye sorunca onun Brad olduğunu anladım.
Biz Brad'le sohbet ediyorduk, diğerleri ise Nintendo'larında Mario oynuyorlardı. Telefonuma mesaj gelmesiyle konuşmamız bölündü.
"Sevgilin mi?" Diye sordu Brad. Kahkaha atıyordum ki yanaklarının içini ısırıp, kendimi tuttum. "Eğer Forever 21* sevgilim sayılıyorsa, evet o" deyip şakaya vurdum.
Yüzünde rahatlamış gibi bir ifade sezdim. Güldüğünde, üst dudağının tek çizgi gibi kaybolması onu olduğundan da şirin gösteriyordu ve kendimi tutamazsam onları her an öpebilirim.
Telefonuma yine bildirim gelmişti ama bu sefer mesaj değildi. Brad ve diğerleri, beni Twitter'da takip etmişlerdi.
"Bu anı ne kadar çok bekledim bilemezsin, teşekkür ederim." Dedim. "Rica ederim." Sırıtıyordu. "Youtube'da ne gibi videolar yapıyorsun?" Diye devam etti ve suyundan bir yudum aldı. "Güzellik, makyaj ve birazda challenge ve tag videoları yapıyorum. Ikinci kanalımda da vlog çekiyorum." Ben anlatırken bilgisayarını çıkardı ve bişeyler aramaya başladı.
"Hey, ne yapıyorsun?" "Videolarından birini izliyorum, kamera karşısında çok rahatsın. Ben hala daha etrafımda kameralar olunca garip hissediyorum." Dedi.
"4 senelik tecrübe konuşuyor burda." Diye küçük bir şaka yaptım. Brad de kendi meşhur kahkahasını attı. İnsanları güldürmeyi hep sevmişimdir. Sevdiğim insanlar mutlu olsun başka bişey istemem. Gerçekten, biri mutlu olsun, kahkaha atsın diye herşeyi yapardım.
"Şakacısın da, bunu sevdim." Kızarıyordum, ilk defa bir erkek *babam dışında* bana iltifat ediyordu ve bu çok hoşuma gitmişti. Umarım kızardığımı fark etmemiştir diye dua ediyordum.
Bilgisayarını çantasına geri koydu ve bana döndü. "Canım sıkıldı, gel biraz yürüyüp bişeyler içelim, ne dersin?" "Tamam, olur." Brad çocuklara gelip, gelmeyeceklerini sordu ve Connor bizimle gelmeye karar verdi.
"Nereye gidiyoruz?" Connor sordu. "Starbucks'a gidelim mi?" Diye bir soru yönelttim ve onlar da kabul ettiğinde Stabucks'a doğru gitmeye başladık. İçeri girdiğimizde, bir kız koşarak Brad ve Connor'ın yanına geldi, imza ve resim istedi. Tabii onlarda kıramadılar. Ben de onlara ne istediklerini sorup, sipariş verdim. Yine kahve sipariş verdim, uyuyamamaktan korkuyordum ama bunu sorun etmedim.
Hepimizinki gelince Starbucks'ın içinde oturmaya karar verdik. Kahvemizden ilk yudumumuzu aldıktan sonra radyoda Somebody To You çalmaya başladı, onlara bakıp, gülümsedim. Bu garip hissettirmişti çünkü onlar tam yanındaydı ve şarkıları da radyoda çalıyordu. Connor telefonunu çıkardı ve Instagram için video çekmeye başladı.
"Dostum, bu şarkı çok kötü." Dedi Connor ve Brad de onu onayladı ve onlara bu şarkıyı almamalarını söyledi. Videoyu bitirdi, bunun bir şaka olduğunu da yazmayı unutmadı. Videoda sadece dirseğim çıkmıştı yani kim olduğum anlaşılamazdı.
Kahvelerimizi bitirdik. Connor eğer uçağa almaya başlandıysa bize haber vereceğini söyledi ve diğerlerinin yanına döndü. Brad ile ikimiz kalmıştık. "Ben lavaboya gideceğim, çantam kalabilir mi?" Diyerek yerimden kalktım. "Tabii, kalabilir."
Tuvalete doğru yürüdüm ve içeri girdim. Boş olan birine girdim ve kilitledim. İşimi halledip, çıktım. Ellerime sabunu alıp, yıkadım, büyük aynada kendime bakınca ne kadar yorgun göründüğümü farkettim. Zordu, 12 saat uçmuştum ve neredeyse 6 saattır da burada bekliyordum. Ellerimi de kuruladım. Kapıyı açıp, çıktığımda Brad dışarıda bekliyordu. "Hey n'oldu?" Beni fark etti ve gülümsedi. "Hızlı olmamız gerekiyor. Connor aradı ve ilk Bussiness Class uçacakları alacakları için hemen gitmemiz gerektiğini söyledi." Sözünü bitirir bitirmez, ben ne olduğunu anlamadan, bileğimden tuttuğu gibi koşmaya başladı. Ben de ona ayak uydurmaya çalışıyordum. Sportif biri olup olmadığım tartışılırdı, 2 sene önce falan basketbol oynamıştım fakat o kadar da iyi değildim.
Birkaç insana çarparak kat ettiğimiz yolun sonunda salona varmıştık. Çocuklar sırada bekliyorlardı. Biz de beklemeden yanlarına gittik. Sıraya girdik ve bizi uçağa alacak olan bayan biletleri kesmeye başladı. Sıra bana geldiğinde biletimi çantamdan çıkarmadığım aklıma geldi. 'Çantan yanında değil, salak.' Brad'e seslenmek için arkamı döndüm fakat o, suratında piç bir gülümseme ve elinde de çantamla duruyordu. Çantamı alıp, içinden biletimi ve pasaportumu çıkarıp bayana uzattım. "Iyi yolculuklar" "Teşekkür ederim"
Uçağa doğru ilerlemeye başladım. Yerdeki parlak zemin herzaman dikkatimi çekmiştir. Neden simli gibi güktüğünü bilmiyordum ama gayet güzel gözüküyordu. Uçağa adımımı attım ve ilerledim. Yerimi bulup, oturdum. Bu sefer koltuklar 2'liydi. Avustralya'dan, İngiltere'ye gelirken teklilerdi. Yanıma zaten The Vamps ekibinden biri oturacaktı yani çok rahatsız olmazdım. Onlar içeri girdiğinde James benim yanıma oturdu ve işte yolculuk başlıyordu.

*Forever 21, Türkiye'de olmamasına rağmen hem Avrupa ülkelerinde, hemde Amerika ve Avustralya gibi kıtalarda çok ünlü bir giyim markasıdır.

A Different Life Than ExpectedWhere stories live. Discover now