23.Bölüm

1.5K 100 4
                                    

Gün ışığının aydınlattığı sokaklarda son hız koşuyoruz. Arada sırada, kaldırımlardaki çıkık taşlara takılıyorum. Ben takıldıkça, Chris belimden yakalıyor ve beni düşmekten alıkoyuyor. Bir saat kadar koştuktan sonra, bir binanın gölgesine sığınıyoruz. Ben ellerimi dizlerime koyarak soluklanırken, Chris'de tek elini sırtıma koyuyor ve iyi olup olmadığımı soruyor.

"İyiyim... sadece...susadım." diyorum nefes nefese.

"Sana su bulayım. Burada bekle." diyor ve elini gözlerine siper ederek yürüyüp uzaklaşıyor. O sırada binanın beton duvarına yaslanıyorum ve yere çöküyorum. Saatlerce oksijenden mahrum kalmış gibi soluk alıp verirken, bu tarafa doğru gelen iki asker görüyorum. Olabilecek en hızlı şekilde ayağa kalkıyorum ve binanın arka tarafına koşuyorum. Soluk alıp verişim hızlanıyor, kalbim göğüskafesimi parçalayıp dışarı fırlayacakmış gibi atıyor. Alnımdan damla damla terler akıyor. Güneşe rağmen soğuk olan bu havada nasıl terleyebildiğimi anlamıyorum. Sonra terlerin sıcaktan değil, endişe ve stresten aktığını farkediyorum. Elimin tersiyle alnımdaki terleri siliyorum. Kendime gelmeye çalışırken, biri köşeden dönüyor ve adımı söylüyor. Kalbim on kat daha hızlı atmaya başlıyor. Sesin kime ait olduğunu idrak ettiğimde, hızlandığı gibi yavaşlıyor.

"Neden bu tarafa geldin? Buraya güneş vuruyor." diyor Chris elindeki su şişesini bana uzatırken. Şişeyi anında alıyorum ve kapağını açıyorum. Suyu hayatımda ilk kez tadıyormuşçasına içiyorum ve yarısına geldiğimde duruyorum. Dizlerimin üzerine çöküyorum ve kalan suyu ellerime döküyorum. Ellerimdeki suyu, suratıma çarpıyorum. Sonunda iyice kendime geldiğimde, Chris'e dönüyorum ve "Askerler geliyordu. Beni görmemeleri için bu tarafa geldim." diyorum. Elini bana uzatıyor. Reddetmiyorum. Elinden tutup ayağa kalkıyorum ve üstümü başımı düzeltiyorum. Birdenbire, soğuk bir rüzgar tenimi yalayıp geçiyor. Ürperiyorum ve ceketimin fermuarını kapatıyorum.

"Yola devam edebiliriz." diyorum ellerimi ceplerime sokarken. Başıyla onaylıyor ve eliyle ceketin kapüşonunu başıma geçiriyor. Soru sorarcasına kaşlarımı kaldırdığımda, "Yüzünü biraz örtmesi fena olmaz bence." diye açıklama yapıyor. Sırıtarak yürümeye başlıyorum ve köşeye vardığımda, gördüğüm şey kanımın donmasına sebep oluyor. Chris'e dönüyorum ve bir şey söylemek için ağzımı açıyorum. Fakat arkamdan gelen bir ses, buna engel oluyor.

"Eller yukarı. Teslim olun." diyor bir asker. Hızla arkamı dönüyorum ve askere bakıyorum. Nefret dolu bakışları, iliklerime kadar ürpermeme sebep oluyor. Ben daha ne olduğunu anlayamadan, Chris askerin üzerine atılıyor. O askeri yere yatırıp yumruklamaya başladığında, başka bir askerin tabancasını doğrulttuğunu görüyorum. Hiç düşünmeden kemerimdeki bıçaklardan birini çıkarıyorum ve askere fırlatıyorum. Bakışları yerde dövüşenlerden, göğsüne doğru uçan bıçağa kayıyor. Ve bu kadar. Bıçak, asker daha hareket edemeden, göğsünün tam ortasına saplanıyor. Asker çığlığı basıyor. O sırada, Chris'in üzerine çıkmış olan askerin o tarafa doğru baktığını, yüzünün sinirden kızardığını, bir saniye içinde tabancasını kapıp Chris'in şakağına dayadığını görüyorum. İleri atılıyorum ve askerin kafasına bir tekme geçiriyorum. Sol tarafa doğru yığılıyor ve tabancasını yere düşürüyor. Hemen tabancayı kapıyorum ve askerin alnının ortasına dayıyorum. Bir tane daha asker çıkageliyor. Chris, adeta askerin üzerine uçuyor ve adamın tabancasını elinden alıyor. Ben onları izlerken, altımdaki asker fırsattan yararlanıyor ve suratıma okkalı bir yumruk indiriyor. Acıyla haykırıyorum ve yana devriliyorum. Asker ayağa kalkıyor ve yan tarafıma peş peşe tekmeler geçiriyor. Bir tekme daha atmaya hazırlanırken, tabanca patlıyor ve acıya aldırmadan başımı kaldırıyorum. Öyle bir çığlık atıyorumki, başım dönüyor. Chris'in tişörtünün kanla ıslandığını görüyorum. Yüzünü buruşturuyor ve yere yığılıyor. Öfkeden kudurmuş bir şekilde ayağa kalkıyorum ve bir saniye bile düşünmeden yanı başımdaki askerin kafasına ateş ediyorum. Adam bilinçsiz bir şekilde yere uçarken, tabancamı Chris'i vuran askere doğrultuyorum. Kalbini hedef alıyorum ve ateş ediyorum. Askerin gözbebekleri yukarı doğru kayarken, cansız vücudu Chris'in hemen yanına yığılıyor. Tabancayı elimden fırlatıyorum ve Chris'in yanına koşuyorum. Diz çöküyorum ve ellerimi yarasına bastırıyorum. Acı dolu bir çığlık atıyor. Gözlerimin yaşlarla dolduğunu hissediyorum. Soğuğa, güneşe, aptal gibi bize bakan ve fısıldaşan insanlara, hiçbir şeye ve hiçbir kimseye aldırmadan ceketimi çıkarıyorum ve yarasına bastırıyorum.

"Chris, lütfen ölme." diyorum. Gözyaşlarımı bastırmaya çalıştığım için sesim boğuk çıkıyor. Elini yanağıma koyuyor ve aktığını farketmediğim bir gözyaşını siliyor.

"İyi misin sen? Yaralanmadın değil mi?" diye soruyor kısık sesle. Artık yavaş yavaş akan gözyaşlarımın arasından kahkahayı basıyorum. "Lütfen bunu sormadığını söyle."

"Sordum. Ah, bana ne olduğu umrumda değil. Ayrıca ben iyiyim. Sadece biraz canım yanıyor. Burada tek umrumda olan şey, sensin." diyor ve dişlerini sıkarak doğruluyor.

"Hey, canın yanıyorsa neden kendini hareket etmeye zorluyorsun?" diye azarlıyorum onu. Binanın duvarına yaslanıyor ve elini, yarasının üzerindeki elimin üzerine koyuyor. Gülümsüyor.

"Bunu atlattık ama bundan sonrası daha tehlikeli olacak. Yola devam etmeliyiz." diyor kısık sesle.

"Kesinlikle olmaz." diye karşı çıkıyorum. "Sen bu haldeyken olmaz. En azından bu gecelik bir yere sığınmamız gerekiyor. Sen dinlenirken ben de yaranı temizlemek için işime yarayacak bir şeyler bulacağım. Yarın sabaha kadar yola devam etmek diye bir şey yok, tamam mı?"

Gözlerini gözlerime dikiyor ve kulağıma eğilerek, "Tamam." diye fısıldıyor. Sonra, sol elini saçlarıma götürüyor ve beni kendine çekiyor. Dudaklarımız birleştiğinde, kalbim atma hızını arttırıyor ve midem kasılıyor. Onu öperken, tıpkı Connor'ı öperken hissettiğim gibi hissediyorum ve bu nedenle suçluluk duyuyorum. Fakat bu suçluluk duygusu, onu aşk dolu bir şekilde öpmeme engel olamıyor.

ŞampiyonWhere stories live. Discover now