14.Bölüm

2.2K 141 0
                                    

Uyandığımda, karanlıktan başka bir şey göremiyorum. Ölmediğime şaşırıyorum. Aralarında yattığımın iki taşın, üstümdekini beni ezemeden durdurmuş olduğunu görüyorum. Ne kadar şanslıymışım. Gücümü topluyorum ve sürünerek taşın altından çıkıyorum. Gözlerimle bir çıkış yolu arıyorum. Işık süzdüren tek bir delik bile görmüyorum. Dışarıdan boğuk boğuk sesler geliyor. Derin bir nefes alıyorum ve rahatlayarak bırakıyorum. Connor'ı kurtardım. O iyi. Taşların üzerinden atlaya atlaya aslında okul kapısının olması gereken yere doğru ilerliyorum. Kapıya ulaştığımda, taşlardan birini tutup çekmeye çalışıyorum. Nafile. Taşlar yerlerinden bir santim bile oynamıyor. İşte o anda aklıma bir fikir geliyor.

"Hey! Beni buradan çıkarın!" diye bütün gücümle bağırıyorum. Cevap gelmiyor. Sesimi yükseltiyorum. "Beni buradan çıkarın! Yardım edin!".

"Lea!" Connor bağırıyor. Onun sesini duyar duymaz daha da rahatlıyorum.

"Connor, benim. Bana yardım et." diyorum. O ne yapabilir ki?

"Seni oradan çıkaracağız." diyor. Başka sesler duyuyorum. Tartışıyorlar.

"Ne yapacağız?" diyor birisi.

"Orduyu arayalım. Bir ekip göndersinler." diyor bir başkası.

"Harika fikir."

Daha bir sürü bir şey söylüyorlar fakat anlayamıyorum. Çok boğuk geliyor sesler.

"Lea, biraz dayan. Orduyu arıyoruz." diyor Connor.

"Tamam. Ben iyiyim." diyorum ve oradan uzaklaşıyorum. Başımı yukarıya çeviriyorum. Ah, haydi ama. Bir çıkış olmalı. Tuhaf fakat okulu çevreleyen duvarlara bir zarar gelmediğini farkediyorum. Sadece tavanlar biraz parçalanmış ve aşağıya taşlar yağmış. Belki de en üst katın tavanı tamamen çökmüştür, eğer öyleyse oradan çıkabilirim, diye düşünüyorum. Tavandaki bir delikten yukarıya bakıyorum. Tamamen kapanmış. Başka bir deliğe doğru bakıyorum. İşte, ışık süzüyor. Demekki tahminim doğru. En üst katın tavanı tamamen çökmüş. Oraya ulaşabilirsem, kenardan aşağıya, dışarıya atlayabilirim. Merdivenlere yöneliyorum fakat koridora çıkan yolun da kapanmış olduğunu görüyorum. Elimle bir taşı itiyorum. Kıpırdamıyor. Daha güçlü bir şekilde itiyorum. Hiçbir şekilde hareket etmiyor. Birkaç adım geriliyorum ve ellerimi öne uzatıp taşlara doğru koşuyorum. Ellerim taşlara çarptığında, bütün vücudum titriyor. Ama başarıyorum. Taşları devirmeyi başarıyorum. Farkında olmadab gülümsüyorum ve yere yığılan taşların üzerinden geçerek merdivenlere yöneliyorum. Paramparça olmuş merdivenlerden hiç tereddüt etmeden çıkıyorum ve en üst kata ulaşıyorum. Güneş ışığını görünce rahat bir nefes alıyorum. Fakat yirmi metrelik bir binadan aşağıya atlayacak olmam gerektiği aklıma gelince nefesimi tutuyorum. Öne doğru koşuyorum ve binanın kenarında duraksıyorum. Oturuyorum. Bacaklarımı aşağıya sarkıtıyorum. Biraz öteden, Connor'ın sesini duyuyorum. "Nerede kaldı bunlar?" diye isyan ediyor. Bacaklarımın titrediğini hissediyorum. Haydi ama, yanlızca yirmi metre. Fazla değil. Kolay olacak. Ayağa kalkıyorum ve yüz seksen derece dönüyorum. Kenarda diz çöküyorum ve ellerimi yere koyuyorum. Bacaklarım aşağı sarkana kadar kendimi geriye itiyorum. Ellerimi yavaş yavaş kaydırmaya devam ediyorum ve bedenimde sarkıyor. Parmaklarımı binanın kenarına kenetliyorum. Tuttuğum nefesimi veriyorum. Ve parmaklarımı açıp kendimi serbest bırakıyorum. Bir an havada süzülüyorum. Fakat o an hemen geçip gidiyor. Ayaklarım yere basıyor ve dizlerimi kırıyorum. Öne doğru eğiliyorum ve ellerimi yere koyarak dengemi sağlıyorum. Yere oturuyorum ve baş dönmemin geçmesini bekliyorum. Kendime gelmem bir dakikamı alıyor. Ayaklanıyorum ve sendeleyerek binanın ön tarafına, Connor ve diğerlerinin olduğu yere yürüyorum. Köşeyi dönüyorum ve onları görüyorum. Connor içeriye doğru adımı haykırıyor. Dizlerim titriyor ve elimi duvara yaslayarak ayakta durmaya çabalıyorum. Çabalarım boşa gidiyor. Dizlerimin üzerine düşüyorum ve anında, herkesin bakışları bana dönüyor. Connor, bana doğru harekete geçiyor ve bir saniye içinde yanımda beliriyor.

"Aman tanrım! Sen iyi misin? Oradan nasıl çıktın?"

"Ben iyiyim. Şey, üçüncü kattan atladım, sorun yok."

"Ne? Üçüncü kattan mı atladın? Sen kafayı mı yedin? Ordu gelene kadar bekleyemedin mi yani?"

"Eh, gelecekler gibi görünmüyordu. Hala da görünmüyor. Bende kendim çıkmaya karar verdim."

"Seni sersem. Hemen eve gidiyoruz ve sen yatıp dinleniyorsun. Daha dün gece hastanedeydin. Şu yaptıklarına bak! Kendini öldürmeye mi çalışıyorsun?"

İleri atılıp dudaklarımı dudaklarına bastırıyorum. İçeride ne kadar süre kaldığım konusunda bir fikrim yok ama onu kesinlikle özlemişim. Diğerlerinin çevremize toplanmış olduğunu farkettiğimde ondan uzaklaşıyorum.

"Seni eve götürüyorum." diyor ve beni kucağına alıyor. Öğretmenlerin ve çocukların sorularını cevapsız bırakıyor ve eve yürümeye başlıyoruz.

"Miles'ın haberi var mı? Yani okula olanlardan? Ve bana?" diye soruyorum.

"Ne? Ah, ona haber veremedim. Bende telefon numarası falan yok."

"O da orduda. Onları aradınız, değil mi?"

"Öyle mi? Eğer ordudaysa, elbette haberi vardır."

"Telefonunu kullanabilir miyim? Ona iyi olduğumu söylemeliyim."

"Tabii ki." diyor ve başıyla arka cebini işaret ediyor. Kızararak elimi cebine götürüyorum ve oyalanmadan telefonu çıkarıyorum.

"Teşekkür ederim." diyorum ve Miles'ın numarasını çeviriyorum.

ŞampiyonWhere stories live. Discover now