(2) Mahkum Yankı Sarmaşık.

Start from the beginning
                                    

“Müdür çağırıyor!” Kaşlarını çatan gardiyan, genelde bize karşı çok kaba ve kırıcıydı.“Neden?” Ilgaz ağzındaki sakızı patlatarak yanımdaki yerini aldı, burada belki de gerçek anlamda değer verdiğim tek kişiydi. “Yıllardır burada ama bugüne dek tek bir ziyaretçisi bile olmadı, yani ziyaretçi için çağırmış olamaz.” Eliyle beni göstererek mutfaktakilerin dikkatini üzerime çekti. “Yankı’nın en kötü huyu sakarlığı, onun dışında buradaki kimseye zararı yok, ceza için de olamaz. Geriye sadece beraat etmesi kalıyor ama buna da daha iki yıl var. Bu müdür yıllar sonra niye çağırıyor onu?” Ilgaz sadece benden iki yaş büyük olsa da geldiği ilk günden beri bir abla gibi bana sahip çıkmıştı. O, gerçekten karşılıksız seven nadir insanlardandı.

İyice sabrı tükenen gardiyan bana doğru yürüyünce onu kızdırmayı başardığımızı anladım. “Yeter!” Kolumu sertçe kavrayıp tırnaklarını geçirirken mutfaktakilere uyarı dolu gözlerle bakıyordu.

Elini kolumdan çekmeliydi!

“Dönünce ne olduğunu öğrenirsiniz. Şimdi çekilin yoldan, daha fazla canımı sıkmayın!” Kimseye itiraz etme fırsatı tanımadan koluma işkence eden pençeleriyle apar topar beni peşinden sürükledi.

Yemekhaneden çıktığımızda kolumu çekerek ondan kurtardım. “Yolu göstersen yeter.” İnsanların bana dokunmasına dayanamıyordum. Bu, her defasında beni rahatsız ediyor, sinir krizi geçirmeme neden oluyordu.

Ben istemediğim sürece kimse bana dokunmamalı!

Rutubetli, loş koridoru geçip merdivenleri çıkınca daha temiz bir koridora girmiştik. Burada ışıklar hep gri, renkler fazla soluktu. Dört duvarın karanlığıyla geçiyordu hayatımız, cezaevinin kirli duvarları arasına asla canlı renkler uğramıyordu. Günün belirli saatlerinde avluya çıkardık ama bu çok kısa sürüyordu ve cezaevinin tel örgülü uzun duvarları arasında arzuladığımız temiz havaya ulaşamıyorduk. Etrafına bakıyorsun, her yerde uzun duvarlar… Boğuluyor gibi oluyorsun ve gökyüzünü görmek istiyorsun ama gökyüzü bile tüm renklerini yitirmişçesine kasvetli bulutlarla kuşanıyor. Bir köşeye çekiliyorsun, belki de bir duvar dibine… Sonra uzun uzun bakıyorsun gökyüzüne. Bulutların ötesinde bir ışık görmek istercesine bakıyorsun ancak ne kadar bakarsan bak, hep aynı kasveti görüyorsun. Nefret saklandığı yerden çıkıyor, kuşatıyor seni. Özlemini çektiğin her şeye duyduğun büyük, yakıcı bir nefretten bahsediyorum. Bir süre sonra kabullenip asla güzel şeylere sahip olamayacağını anlayarak hayattan beklentilerin düşüyordu. Geriye kalan tek şey ise sana dayanma gücü veren yaşanmışlıklara olan nefretin oluyordu. Sahip olduklarımıza ve asla sahip olamayacağımız şeylere duyduğumuz nefretti bize kalan.

Burada hiçbir şey yoktu; ne bir çimen kokusu vardı ne de çıplak ayaklarla üzerinde yürüyeceğiniz bir avuç toprak. Bir seferinde Ilgaz, yalvar yakar küçük bir saksı begonyayı koğuşa aldırmayı başarmıştı ama tüm çabalarına rağmen onu yaşatamamıştı, solmuştu çiçekleri. Oysaki koğuşa geldiğinde ne kadar da canlı ve güzeldi… Lakin bir ay içinde boynunu bükmüş, taç yapraklarını usul usul dökmüştü.

O gün ağlamıştı Ilgaz. “Ölüyor Yankı, buraya giren her şey tıpkı bizim gibi ölüyor!” demişti. O gün Ilgaz’ı ağlattığı için bir kez daha çiçeklerden nefret etmiştim ama haklıydı, burası içine aldığı her şeyi öldürüyordu.

Etraftaki gardiyanları umursamadan İlyas’ı takip etmeye devam ettim, bir kapının önünde durup kapıyı hafifçe tıklattı. Bedeninin üst kısmını aralık kapıdan içeriye doğru uzatarak, “Mahkûm Yankı Sarmaşık geldi, efendim,” dediğinde kısa sürede içeriden farklı bir ses duymuştum: “İçeri al.” İlyas kenara çekilerek geçmem için bana yol verince derin nefesler eşliğinde içeri girdim. Gardiyan ise peşimden kapıyı kapatarak gitmişti.

YARALASAR(Kitap Oldu)Where stories live. Discover now