"O anahtarın evle bir alakası yok, hâlâ sende kalması gerekiyor."

"Sende neden durmuyor?"

"Çünkü ben arayacakları ilk kişiyim."

"Kim arayacak?" diye kuşkuyla sordum. Ancak Robin, cevap vermek yerine iç çekip gözlerini kaçırmakla yetindi.

"Ne işler çeviriyorsun sen? Bak, başım belaya girerse..."

"Bir yere sakla, yeter!" dedi yüksek sesle. Bezgince kafasını sallayıp, "Evi istemediğine göre başka sorun kalmadı. Görüşürüz." dedi ve binayı benden önce terk etti.

Robin gittikten sonra, tekrar Erdem'in yanına dönemeyeceğimi fark etmiştim. Hayatım boyunca beni etkileyen tek adam ile samimiyet kurabilme şansını elde etmişken bir anda her şeyi batırmıştım ve bunun tek sorumlusu  Robin'di!

Binadan çıktıktan sonra bir müddet çevrede gezindim. Kütüphaneye geri dönersem yeniden Erdem ile karşılaşabilirdim. Ancak bunu istemiyordum. Sanırım yine Robin ile ilgili imalarda bulunacağından çekiniyordum, çünkü Robin varlığını her hissettirdiğinde Erdem bunu yapmıştı. Bu yüzden kendime gidecek başka bir yer bulmam gerekiyordu.

Sırt çantamı yüklenmiş, çevre sokaklarda gezinip duruyordum. Hava sanki bin dereceydi. Sıcak iyice bunaltmış, biraz da terletmişti. Gökkuşağı saçlarım terden alnıma yapışmış, dilim damağım bir damla suya muhtaç kalmıştı.

Bir yerden su almam gerektiğini biliyordum ancak içten içe para harcamayı hiç istemiyordum. Zaten elimde kalan para kısıtlıydı ve beni idare edebileceğini düşünmüyordum. Bu yüzden zorunda kalmadıkça para harcamak istemiyordum. Ancak susuzluktan ölmek üzere olmak, para harcamak için geçerli bir sebepti.

Pek bilmediğim bir caddeye girdim. Aslında yaşadığım yere çok uzak sayılmazdı, belki yarım saat yürüme mesafesi uzaklıktaydı. Fakat bir yere yalnızca mecburiyetten giden bir insan olduğumdan, bu caddeye daha evvel girme gereği duymamıştım. Şimdi ise tıpkı yeni bir ülke keşfeder gibi sağa sola bakınıyor, hiç görmediğim çevreyi zihnime kazımaya çalışıyordum.

Neden bilmiyordum fakat hayatım bana son kez izletildiğinde, sanırım filmin biraz uzun olmasını istiyordum.

Etrafı incelerken, biraz ilerideki camiinin önünde duran çeşme hemen dikkatimi çekmişti.

Sıcaktan neredeyse erimek üzere olduğumu bir anda unutup oraya doğru koşmaya başladım. Çeşmenin yanına vardığımda bir hayli aşağıya konmuş musluğun hizasına eğilip ağzımı dayadım ve kana kana su içmeye başladım. Ancak lıkır lıkır su içerken yanına doğru uzatılan çıplak bir ayak görünce usulca başımı geri çektim. Yanı başımda duran orta yaşlı bir adam bir yandan ayağını yıkıyor, bir yandan garipseyen gözlerle bana bakıyordu.

"Kızım bu su içilmiyor." dedi sonunda.

Öğürme ile tükürme arasında gidip gelerek geri doğruldum.

"Amca keşke ben çeşmeyi kurutmadan önce söyleseydin!"

Adam, pek de umurunda olmadığını belirtircesine omzunu silkti ve ayaklarını serin suda ıslatmaya devam etti.

"Pis su mu içtim şimdi ben?"

"Pis değil ama içme suyu da değil. Evinde musluktan su içiyor musun sen?"  deyince kaş kaldırarak reddettim.

"Hah, işte bu su o sudan."

En azından içim rahatlamıştı. Kaynağı bilinmeyen pis bir su içmemiştim. Belki biraz klorluydu, biraz da kokuyordu...

SEKİZ MADDEWhere stories live. Discover now