1.4

4K 281 103
                                    

"Geç kaldım, çok çok geç kaldım."

Zıplayarak çamaşır odasındaki temiz olanların ayrıldığı sepetten elime gelen ilk çift çorabı aldım. Tek ayağımın üzerinde durup çorabın birini giyerken babam çizgili sabahlığı, kolunun altına sıkıştırdığı haftalık gazete yığını ve acı kahvesiyle birlikte şaşkın bakışlarla beni seyrediyordu. Kaşlarını havaya kaldırıp kahvesinden büyük bir yudum aldı.

"Bugün çalışmadığını zannediyordum."

"Aslında öyleydi." diğer tekini giyebilmek için üstünde durduğum ayağımı değiştirdim. Omzumu duvara yaslayıp oradan destek aldım. "Ama Mali'nin halletmesi gereken bir işi varmış ve bilirsin, Dawn'la ilgilenebilecek kimse yok."

Babam başını iki yana salladı. Normalde bu tarz şeylere kızan veya surat asan birisi değildi. Ama bu yıl, lisedeki son yılım olduğu için neden ekstra bir iş bulup çalışmak yerine derslerime daha fazla odaklanmayı tercih etmediğimi anlamlandıramadığını söyleyip duruyordu. Ben yorulmuyordum, Dawn küçük bir bebek olsa da onunla ilgilenmek bana iyi geliyordu. Hem az da olsa harçlığımın birazını çıkartmanın neresi kötü olabilirdi ki?

"Eğer yoruluyorsan annenle biraz ara vermen için konuşabilirim canım," dedi anlayış dolu sesiyle. "Birazcık para için bu kadar yıpranmana gerek yok. Şu yeni nesil kendini bağımsızlık olayına çok kaptırıyor."

"Ben iyiyim baba." uzanıp babamın yanağından öptüm. Koridora bıraktığım sırt çantama uzanıp sırtıma takarken "Benim için endişelenmeni istemiyorum. Dawn beni yormuyor."

"Evet ama ben de derslerine biraz odaklanmanı isterdim. Bilirsin, seneye üniversite."

Ah, şu mesele.

"Döndüğümde konuşuruz, olur mu? Şu an gerçekten çok geciktim-"

Arkamı dönüp hızla merdivenlerden inerken babam arkamdan beni sevdiğini ve kendime dikkat etmemi istediğini söyledi. Mutfağa indiğimde tıpkı her haftasonu rutinlerimizde olduğu gibi, annem dernek için bir şeyler hazırlıyordu. Arkasını dönmeden elmaları soymaya devam ederken geldiğimi anladı.

"Calum bisikletini getirdi."

Tam su bardağını raftan indiriyordum ki annemin ağzından Calum'ın isminin döküldüğünü duyunca elimden kaydı. Hızlı bir hamleyle kırılmasına engel olup bardağı yakalarken seslice genzimi temizledim. Yazılılar çok yoğun bir şekilde başladığı için Mali'ye geri dönüp bisikletimi alabilecek vaktim olmamıştı. Eh, Calum'la aramız limoni olmanın da ötesinde berbat bir halde olduğundan ondan bisikletimi eve getirmesini de rica edemezdim. Tüm bunlara rağmen nasıl oldu da ben söylemeden onu evime kadar getirip bıraktığını anlamamıştım.

Ama bundan daha da büyük ve de sorulması gerektiğini düşündüğüm bir soru varsa o da annemin Calum'ı nereden tanıyor olduğuydu.

Nitekim öyle de yaptım. Musluktan kendime bir bardak su doldururken ilgisiz gibi görünmeye çalışıyor olmama rağmen aslında ne kadar merak ettiğim her halimden belli oluyordu.

"Sen onu nereden tanıyorsun?"

"Kimi?"

"Calum'ı." dedim sabırla. "Onu tanıdığını bilmiyordum."

"Ah, Joy'un oğlu tanıdığım en saygılı çocuklardandır. Birkaç kez annesini derneğe arabasıyla bırakırken görmüştüm, o şekilde tanıştık."

Calum ve saygılı olmak? Yüce İsa aşkına. Bu duyduğum en saçma şeydi.

Suyu nasıl içtiğimi anlamadım. Daha doğrusu içemedim bile. Annemin söylediklerini dinlemekten ve ne kadar samimi olduğunu anlamaya çalışmaktan asıl yapmam gereken şeyi unutmuştum. Ve unuttuğum gibi, söylediklerinde fazlasıyla hatalı olduğunu anneme kanıtlamak için bana yazdığı mesajları ona okutmak istiyordum. O anda Calum'ın düşündüğü ve de zannettiği kadar saygılı bir çocuk olmadığını, aksine hergelenin en önde gideni olduğunu göstermek Dawn'a yetişmeye çalışmakta daha büyük bir dert haline gelmişti benim için. 

He(art) || hoodWhere stories live. Discover now