Genzimi temizleyip bakışlarımı kaçırdım. Parmakları arasında canımı acıtmadan ama sıkıca tuttuğu bileğimi kurtarmak için kıpırdandım. Fakat o gece de olduğu gibi, buna yine izin vermedi.

"Benim hakkımda saçma sapan yorumlar yapmaya bayılıyorsun, öyle değil mi?"

"Hayatına girmeme izin verirsen yorum yapmayı keseceğim." burnunu yanağımdan elmacık kemiğime doğru sürtünerek çıkarttığında nefesimin kesildiğini duydu. Tenimin üstünde gülümserken "Söz veriyorum." diye fısıldadığında bedenlerimizi birbirine yasladığımızı ancak fark edebilmiştim.

İnsanlarla arkadaşlık kurmayı lisede bırakmıştım. Çirkinliklerin içinde olmaktansa yalnız kalırım ama sürekli başım başka bir dertten dolayı belada olmaz diye düşünerek, Ashton'ın da söylediği gibi kendimi dış dünyadan tamamiyle soyutlamıştım. Tabii bunun nedeni sadece bu kadar basit değildi. Yıllarca başıma gelen bir olaydan dolayı başarmak zorunda olduğum bir amacım vardı ve dikkatimin dağılmasına izin vermemem gerekiyordu.

Ashton yıllar boyunca dışarıdan aldığım izlenimlere baktığımda düzgün bir insan değildi. Ama ona bakılırsa ben de düzgün biri olmayabilirdim, bir başkasına göre. Bu göreceli bir kavramdı. Ve... belki de artık o kadar da yalnız olmamam gerekiyordu. Ashton'la birçok kez kavga etmiştik ve her seferinde bir daha konuşmayacakmışız gibi görünüyorduk ama yine, bir şekilde kendimi onun yakınlarında ya da o kendini benim yakınlarımda buluyordu.

"İyi öyleyse."

Yaşadığımız yakınlaşmanın büyüsüne kapıldığı için boğumları altındaki bileğimi tutuşu gevşemişti. Bunu fırsat bilip kendimi kurtardığımda şaşkınlıkla bakışları beni buldu. Genzini temizleyip doğrulduğunda gerçekten serseme dönmüştü.

Arabasının etrafından dolaşıp sürücü koltuğunun yanındaki tarafa geldim. Kapıyı kilitlediği için arabaya binemiyordum bu yüzden, kaşlarımla arabasını açmasını talep ettiğimi işaret ettim.

"N-ne?" yutkundu. "Nasıl... yani? Anlamadım-"

"Kapıyı açsana."

"Sen dersi mi asıyorsun? Hem de benimle?"

Gözlerimi devirirken homurdandım. "Eğer daha fazla sesli bir şekilde ifade edersen fikrimi değiştireceğim."

"Tamam tamam," elleri cebindeki anahtarına erişirken aceleci görünüyordu. "Çenemi kapatıyorum."

&

"Kesinlikle göründüğünden daha fazlası olduğunu biliyordum."

Ashton, etrafında gördüğü her şeyi zihnine kazımak istercesine çevreyi inceliyordu. Her bir adımı o kadar yavaştı ki, akrep ve yelkovanın kovalamacasına meydan okumaya çalışıyordu adeta.

Avuçlarımdan destek alarak arabanın kaputunun üzerine oturdum. Bağdaş kurup dirseğimi bacağıma, yüzümü de avucuma yaslayıp bulunduğumuz yerin hiçbir ayrıntısını kaçırmamaya çalışan Ashton'a baktım.

Onu getirdiğim yer, annemin beni kreşten alıp eve getirirken sıklıkla uğradığımız ve aramızda ufak bir sır olarak sakladığımız bir yerdi. Şehir merkezine çok uzak olmamasına karşın herkesin bilmediği bir tepelikti. Bu tepeye çıkmak birkaç dakika alsa da, bütün New York'u rahatlıkla seyredebileceğiniz kadar yeterli bir yükseklikteydi. Şimdi daha çok çiçek ve giderek büyüyen ulu ağaçlar vardı. Annemle geldiğimiz sıralarda hepsi küçücüktü.

Üstelik burada bir kere günbatımını seyrederseniz, ölene kadar hep buraya gelmek isterdiniz. Tanrı'nın insanlığa sunduğu yalnızca birkaç güzellikten biri olarak tanımlayabileceğimiz bir manzaraya ev sahipliği eden bu yerden şehrin karmaşasına dönmek size ölüm gibi gelebilirdi. Mavi gökyüzünün üzerine görünmez bir el ve görünmez bir fırça; yumuşak tonlardaki turuncuyu yavaş darbelerle salınarak bırakırken nefesiniz kesilebilirdi. Bu ressamın resim yapışını seyretmek hiçbir uyuşturucu maddeyle kıyaslanamazdı.

Youngblood || irwin Where stories live. Discover now