"oh Tanrım. Teşekkür ederim Lauren." dedi ve odasına ilerledi.

ben de kendime diğer kalanlardan en büyük odayı seçtim.

kapımı kapattım ve yabancı gözlerle odayı süzmeye başladım.

yatağıma oturdum. ellerimi pamuklu, yumuşak battaniyenin üzerine sabitledim.

"bundan sonra burası benim odam" diye kendimi alıştırmak için fısıldadım.

birden kapım çaldı. ayağa kalkıp kapıyı açtım.

Justin elinde iki sepetle karşımda duruyordu.

"gelebilir miyim?" diyerek içeriyi işaret etti.

"ah tabi, lütfen" dedim.

beraber yatağa oturduk. biraz odamı inceledi. ben de onu.

Sonra birşey aklına gelmiş gibi "ha, bu senin için, sanırım." diyerek elindeki minik sepetlerden pembe olanını uzattı.

bebek pembesi tüllerle süslenmiş olan hasır sepeti biraz inceledim.

"nedir bu?" diye sordum.

"üzerindeki kağıtta 'banyo sepeti' yazıyordu." dedi.

tülleri çektim ve sepetin içindekilere baktım. Justin'in de yapmaya başladığını gördüm.

sepetin içinde:

- 1 tane elmalı şampuan

- 1 tane okyanus kokulu duş jeli

- 1 tane saç kremi

- 1 tane hassas telli saçlar için bakım kürü

- 1 tane karamelli vücut losyonu

okyanus kokulu duş jeli hariç hepsi benim için uygundu. Justin'in sepetinin içinden çıkanlara baktım.

duş jeli gözüme takıldı.

"seninki de çilekli" dedim.

"uhm, maalesef" dedikten sonra gözü benim duş jelime kaydı.

birkaç saniye sonra, ikimizde aynı anda "değişelim" diyince kıkırdadık.

duş jellerimizi değiştirdikten sonra kısa bir sessizlik yaşadık.

"hala inanamıyorum." diye fısıldadım.

"ben de"

"birkaç saat önce odamdaydım. şimdi ise Enoria denilen bir adada idolümün yanında oturuyorum."

gülümseyerek "garip" dedi.

"evet" dedim.

şu an heycanımdam ölmessem iyiydi.

kendimi toparladım ve "Justin,"

"evet?"

"bir kere sana sarılabilir miyim?"

güldü.

"tabii ki, gel buraya" dedi sırıtarak ve beni kollarına aldı.

sevdiğiniz adamın kollarında olmak mükemmel bir histi.

"acaba cennete falan mı düştüm?" dedim.

televizyonlarda veya bilgisayarda duyduğum o taptığım kahkahasını atınca bayılacağımı düşündüm.

"belieberlarımın bu kadar deli olmasını seviyorum" dedi.

"bizi delirten sensin" diyince tekrar güldü.

"uzun zamandır bu kadar gülmemiştim." dedi sakince.

"uzun zamandır bu kadar iyi hissetmemiştim." diye fısıldadım.

o taptığım gülümsemesini kapının delice çalması bozdu. kollarından ayrıldım ve şaşkın gözlerle ona baktım.

ayağa kalktı. ben de onu takip etmeye karar verdim.

aşağı indik ve kapıyı açtık. Flint ve Lenda ciddi bir şekilde karşımızdalardı.

Flint "çocuklar acilen gitmemiz gerekiyor." dedi.

birkaç asker tarafından hızla dışarı çıkarıldık ve asansöre bindik.

~~~~~~~~~~~~~~~~~

Flint "burda bekleyin" dedi ve biz beyaz deri koltukların üzerinde otururken yanımızdan ayrılıp soldaki beyaz kapıdan içeri girdi.

Justin'e döndüm.

"sence ne olmuş olabilir?"

"bilmiyorum"

biraz sonra Lenda o kapıdan çıktı ve "gelin" diye emir verdi.

temkinli adımlarla içeri girdik. Flint ve Lenda'nın dışında rütbelerinin yüksek olduğunu düşündüğüm birkaç adam daha vardı.

o an tüm gözler televizyondaki habere kaydı.

"Dünyaca ünlü pop şarkıcısı Justin Bieber'ın da içinde bulunduğu uçak gökyüzünde kayıplara karıştı. NASA'nın koordinatlarına göre uçak şu an uzay boşluğunda görünüyor. uçağın kaybolması dünya üzerinde büyük yangı uyandırdı. daha üzerinden 13 saat geçmesine rağmen dünyadaki intihar oranları %15 arttı. sadece Amerika'da 987 kişi Bieber'ın ölmüş olması düşüncesiyle intihar etti. adı Belieber olan fan grubu sokaklara döküldü. karakolları, adalet binalarını ve Nasa'nın üssünü taşladılar. ayrıntıları şimdi George'dan alıyoruz"

INNOCENT (Justin Bieber Fan Fiction)Where stories live. Discover now