7.Bölüm

532 18 0
  • İtfaf edildi Ayşegül Duman
                                    

Arkamı döndüm ve Mert’i gömen siyahlıktan uzaklaştım. Uzaklaştıkça seviniyordum. Mert’in karşımda olduğu halde görememek canımı acıtmaktan başka bir şey vermiyordu. Ama gittikçe de içimin yandığı bir gerçekti. Mert’ten uzaklaştıkça boğazıma bir yumru takılıyordu, boğuluyordum. Kaldıkça da zamanı silip atıp sadece ölüyordum.

Garip bir çelişkinin göbeğinde sadece kendimle cebelleşirken, yapmam gereken doğru Mert’i o harabede bırakmaktı, içimde uçuşan düşünceler ise Mert bizim miladımız ve onsuz yaşamayacağız diye greve çıkmıştı.

Kalbimin ortasına bir masa kurulmuştu. Ve o masanın etrafına benlikler yerleştirilmişti. Şuanda başlattıkları toplantıları daha ilk dakikadan çetin bir savaşı andırıyordu. Tartışma, yüksek seslerle kalp duvarlarımı çınlatırken ben kenarda onların vereceği kararı bekliyordum.

‘Hayır, Mert’in ruhu ölüme gitmiş olabilir ama bizim için hep yaşayacak’ dedi bir benlik.

‘Ölenle ölünmez, heyhat benlik, duydun mu beni?’ Diye bir ses yükselince konseyin kapısında, tüm kafalar oraya dönmüştü. Tahta bastonuyla, çatık kaşlarıyla acemi benlikleri izleyen bilge Melek’i görünce içimin ağıt yakan yerlerinde düğün dernekler kuruldu. ‘Bu tartışma burada bitmiştir, Son karar benden çıkar ve ben diyeceğimi dedim.’ Bilge Melek, son sözü söyleyip, lobumdaki sandalyesine doğru yürümeye başladı.

Evet, diyip bir nefes aldım. Ölenle ölünmezdi ama şunu da unutmamak gerekirdi, hiçbir vakit, ölen sevdiğinde ölmezdi.

Kendimi arabaya attım. Emniyet kemerimi takmadım. Zaten boğuluyor gibiydim.  Camı açtım ve serin havayı içime çektim. Annem yanlış bir şey söylerim düşüncesiyle bir şey söylemiyordu. Tedirgin tedirgin yanımda arabayı sürüyordu.

Korku, annemin tüm benliğini sarmıştı.

Kaybetme korkusu.

İnsan korkardı. Ama kaybetmek tüm korkularının en başında geliyordu. Annemde şuan en büyük korkularının içinde susuyordu. Ümitsizdi. Yapacak bir şeyi yoktu. Susuyordu oda.

Konuşmaması iyiydi. Konuşacak halim yoktu.

Geçmişimi yaşıyordum. Boş geçen geçmişimi, sevmeyi unuttuğum nankör geçmişimi hiç olan acılarıyla hissediyordum.

Mert’i yaşıyordum. Gizemini. Gidişini.

Bana gelmeden, ben ona gidemeden elimden uçmasının acısını, burukluğunu yaşıyordum.

Şimdiyi de yaşıyordum. Tüm bunların birikintisi üzerine bu anı da yaşıyordum. Beter olmuş halimi. Suskunluğu yaşıyordum tüm kelimelerle. O tüm kelimeler naralarını atarken ben sessizlikte boğuluyordum.

Mertten uzaklaşıyorduk. Yapabilsem, becerebilsem bu kafamı Mert’in gölgesiyle dolu toprağa gömecektim. Ama acizliğimle gidiyordum işte. Bilge Melek’e boyun eğmiş gidiyordum. Nereye gittiğimi bilmeden, hayatımın köşe başlarında beni neler beklediğini bilmeden sadece gidiyorum.

Ama eminim artık. Değer bileceğim. Mert’in değerini şu dünya üzerinde ki herkese göstereceğim.

Unutma Melek, sen saf prensessin, küçük hanımsın, şapşalsın ve her şeyden önemlisi LEYLAKSIN!

İşte uzun ve sessizlik çanlarıyla dolu yolculuğumuz bitmişti, eve geldik. Kendimi direkt çatı katına attım. Resim hala orada duruyordu. Önünde bağdaş kurdum. Ve hayallerimi izledim. Tüm gece. Kımıldayacak halim yoktu.

Kaybetmek ne acıymış. Kazanamadan kaybetmek ne zormuş.

Zormuş sevmek, ah, ne garip çok zormuş sevememek.

Siyah mı? Mavi mi?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin