5.Bölüm

656 19 4
                                    

 Sıcacık yatağımda huzurla uyandım. Pikeyi üzerimden attım. Hemen ayağa kalkıp, giyindim. Mavi gömleği üstüme geçirdim. Sonrada siyah pantolonum çarptı gözüme, uzandım. Onu da geçirdim üstüme.

Affedilmiştim. Rüyamda da olsa Mert beni affetmişti. Ya, ben kendimi affedecek miydim? Sanırım hayır. Ama olsun. Mert, kızmadı bana. Sevdi beni. Sarıldı bana. Isındık biz. Koyu mavi olduk ikimiz.

Yaşayacağım, içimde Mertle. Renksiz, renklerle yaşayacağım. Gökyüzünü sevdiğim kadar yeryüzünü de seveceğim. İnsanları seveceğim. Leylakları seveceğim. Kendimi seveceğim.

Odamdan çıktım. Yaz tatili bitmişti. Hatta ben ayrıca bir tatilde yapmıştım, Eylül bitmişti, okul başlayalı bir aydan fazla zaman olmasına rağmen bana ayrı bir iltimas gösterilmişti. Ve artık toparlanma zamanıydı. 11.sınıfın son zamanlarını kaçırdığım gibi son senemin de ilk zamanlarını kaçırmıştım. Ama halledemeyeceğim şey değildi. Son seneye bomba gibi başlamanın tam vaktiydi.

Sevinçle yemek odasına girdim. Annem yüzünde gülücükle, “Oo, bugün iyiyiz. Günaydın hayatım.”

“Gün aydı anne. Aydı.”

Annem şaşkın ama mutlu gözlerle beni izledi. Sonrada yemeğine devam etti. Ben de leziz sofrayı süzdüm. Sonra da krebimin içine krem peyniri sürdüm. Domatesleri ve salatalıkları sıralayıp katladım. Mm! İzlemesi bile güzel. Ben krebimle aşk yaşarken annem araya girdi.

“Gelecek aya vakıfta müzayede planlıyoruz, şimdiden söyleyeyim de.”

“Ay, anne…”

“Geliyorsun!” Dudaklarımı büktüm ama itiraz etmenin bir mantığı yoktu. İstemeden de olsa, zaten annemi uzun süredir üzüyordum.

“Peki” dedim fısıltıyla. Annemin beyaz dişleri ışıldadı. Peçeteyle ağzını sildi. Masadan kalkıp başıma bir öpücük kondurdu.

“Benim çıkmam lazım tatlım. Vakıf işleri. Akşama görüşürüz.”

“Kolay gelsin”

Annem odadan çıktı ve gitti. Ben krebimle krem ve kırmızı renklerin ağırlıkta olduğu bu odada yalnız kaldım. Yalnızlık canımı hiç bu kadar acıtmamıştı. Krebi de yiyemedim. Portakal suyumu alıp ağır ağır merdivenleri tırmandım.

Tırabzanı tutarak dengemi sağladım. Çatı katına ulaştığımda masaya bardağı koydum ve tuvalimin başına geçtim. En son ne zaman resim yapmıştım? Bu çatı katındaki kokum gitmişti. Boyaların ve tinerin kokusu uçmuştu.

Fırçalarımı özlemişim. Boyalarıma derin derin baktım. Sonra gözüme tiner çarptı. Niye her şey onu çağrışım yapmak zorundaydı? Kafamdan hemen çıkardım. Bunun üzerine düşündükçe deliriyordum. Paletimi elime aldım. Renk kartelâsındaki renklere göz attım. Mavi ve siyah boyayı hemen elim uzandı. Bu iki renk hayatıma nasıl işlemişti. Refleks gibi olmuş, ellerim direkt onları kavrıyordu. Paletime sıktım hayatımın uç renklerini. İçimin dolduğunu hissediyordum.

Ne bu sıkıntı? İçim doldukça yüreğimde boşluk hissediyordum. Bu nasıl bir tezattı. Tezatlıklar hayatımın merkezine çökmüştüler zaten. Yüreğim daralıyordu. Bu nasıl bir boşluk Allah’ım? Kalbim birinin elinde gibi, sıkışıyordu içim. Kalbim bir avuç içinde gibi sıkıştıkça sıkıştırıyorlardı.

Derin bir nefes aldım. “Mert” dudaklarım fısıltıyla oynadı. İçimdeki boşluklar dolmaya başladı. Bir nefes daha aldım. Tüm renklerle bağırmak istiyordum. İçimdekileri dökmek istiyordum. Elim hızlandı. Tuvalle savaşıyor gibiydim. Fırçam silahımdı. Ama kalkanım yoktu. Oysaki aylar önce kendime bir kalkan bulmuştum. Bulduğum gibi de kaybetmiştim. Rüyamla beraber suçluluk duygumda uçmuştu. Neydi o zaman bu halim?

Siyah mı? Mavi mi?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin