BÖLÜM 1 : ZAMANI GELDİ

985 143 77
                                    


Onun kalbi ölümcül bir güçle yoğruldu...

Bunun sadece bir rüyadan ibaret olmaması için herşeyimi verirdim ya da daha önce böyle bir rüya görebilmek için varlığımdan vazgeçebilirdim. Attığım küçük bir adımla, çıplak ayaklarımın altında parmaklarımın arasına doluşan kumu fark ettim. Dudaklarım hafifçe kıvrılırken bir adım daha attım. Denizin tuzlu kokusunu alabilmek için derin bir nefes aldım. Güneş ışınlarının yansımasıyla parlayan mavi su devasa bir elmasa dönüşmüştü. Daha önce yaşamadığım bu hissin oldukça tanıdık gelmesi şaşırmama neden olmuştu. Küçük dalgaların dinlendirici seslerine kulak vererek bir kısmını yalayıp götürmesini hayranlıkla seyrettim. Belki de hayatım boyunca olmak istediğim yerdeydim ama bunun bir rüya değil de gerçek olmasını yeğlerdim.

Arkamdan gelen nemli rüzgarın saçlarımı savurup buluzumun küçük deliklerinden tenimi yalamasıyla ürperdim. Ani rüzgarın taşıdığı başka bir şey daha vardı. Bir çocuğun neşeli kıkırdamaları kulaklarıma doluştu. Sese doğru dönerek yirmi metre kadar ilerideki siluetlere baktım. Beni onlara doğru çeken adımlarla yürümeye başladım.

Attığım her adımla görmek için can attığım yüzler netleşmeye başlıyordu. Hızlanan adımlarım bakışlarımın karşılaştığı bir şeyle aniden duraksadı. Aldığım hızlı nefeslere inip kalkan göğsüm eşlik ediyordu. Karşımdaki bu çocuk tabiri caizse nefesimi kesmişti. Üç ya da dört yaşlarında bir kız çocuğuydu. Omuzlarına dökülen kestane rengindeki saçları güneşin altında kızılın en çekici tonuyla parlıyordu. Simsiyah kocaman gözlerine neredeyse kaşlarına değecek uzun kirpikleri eşlik ediyordu. Gül pembesi yanakları onu olduğundan daha tatlı kılıyordu. Küçük ama dolgun dudakları bana birini anımsatmıştı. Elindeki kovaya beceriksizce kum doldurmakla meşguldü.

Bakışlarımı zor da olsa çocuktan ayırarak kumun üzerinde oturan aileme çevirdim. İnip kalkan göğsüm hızını artırırken yanaklarımdan boynuma doğru süzülen sessiz gözyaşları kendince düz bir yol çiziyordu. Sadece fotoğraflardan tanıdığım bu iki insanı günlerce seyredebilirdim. Anılarımın en puslu en karanlık sayfalarında gizlenen anne ve babama karşı, bana bir anıyı bile çok gördüklerini düşünerek her anımda içimde öfke bulundurmaya çalışmıştım. Çünkü biliyordum, beni kurtarabilecek tek şey öfkemdi.

Ama şimdi ikisi de karşımdaydı rüya olamayacak kadar gerçek, gerçek olamayacak kadar imkansızdı. Benim tıpatıp aynım olan kadın ve bu dünyaya ait olamayacak kadar güzel olan adam birbirlerine sıkı sıkı sarılmış gözlerinde taparmışçasına bir sevgiyle karşılarındaki küçük kızı izliyorlardı. Bakışlarımı marakla kıza çevirdim. Karşımda beni izleyen gözlerle bir an için afalladım. Sorun beni fark etmesi değildi sorun gözleriydi. Bakışlarım biraz daha aşağıya kayarak kar tanesi şeklindeki kolyesine takıldı, fark ettiğim sarsıcı gerçekle dizlerimin üzerine çöktüm. O kolye benimdi, o gözler benimdi... O kız çocuğu bendim. Bu tam anlamıyla bir rüya değildi bu rüyamın içine dalan bir anıydı. Geçmişimin şanslı kızı bana bir hatırasını hediye etmişti. Gözyaşlarım şiddetini artırırken baldırımda ani bir sızı hissettim. Üzerime çöken acının ağırlığıyla bedenim kumun üzerine yığıldı. Sıcak kumun tenimi yakması ile kalmak istesem de gözlerimin kapanmasına engel olamıyordum. Yarı açık gözlerimin ardındaki çocuk yüzünü buruşturarak yanıma doğru emeklemeye başlamıştı. Ailesinden uzaklaşmaya başlayan çocuğun arkasından annesinin endişeli sesi duyuldu.

"Eva!"

Gözlerim kapanmadan önce duyduğum bu sesi bir daha unutmamak üzere zihnimin en ücra köşesine kazıdım.

MORTEM GÜNCELERİ Where stories live. Discover now