Bunu onun söylemesi beni şaşırtmıştı. Çünkü tehlikeli olduğuna inandığım kişi oydu.

Aniden ayaklandım. "Hadi, kalk." Dedim anlamsızca gülerken. İçimden kahkaha atmak, bir caz parçası eşliğinde dans etmek geliyordu. Şaşkın şaşkın suratıma baktı. "Ne oldu?"

"Varsayalım ki; 1950 yılında bir caz bardayız. Sen ve ben. Delice dans etmeliyiz. Hemen. Şimdi."

Kendi etrafımda dönmeye başladım, bir yandan da gülüyordum. Dans etmeliydim. Ayaklarım kırılana kadar.

Derken durdum. Fakat görüntüler durmamıştı. Gözümün önünde 5 tane Emir vardı. "Hey..." dedim midemin bulandığını hissederken. "Ne ara kendini klonladın sen?"

"Alexey..." dedi bana doğru yaklaşırken." Bu ismimi onun ağzından ilk kez duyuşumdu. Çok güzeldi, bir kez daha söylemesini diledim. "Burnun kanıyor."

Ağzıma doğru yol alan sıcak sıvının ancak o zaman farkına vardım.

"Ben, şey..."

Başımın geriye doğru düştüğünü hissederken dünya karanlığa gömüldü.

***

Uyandığımda ilk fark ettiğim şey; başımın çatladığıydı.

İkincisi; benim yatağım olamayacak kadar yumuşak bir yerde, sıcağa boğulmuş halde olduğumdu.

Üzerimdeki yorganı zorlukla attım.
Anladığım kadarıyla, bir çatı katındaydım. Ufak bir yatak odasındaydım. Her yer çizimlerle doluydu. Pencerenin yanındaki masanın üzeri, duvarlar, her yer karakalemler tarafından kuşatılmıştı.

Adım sesleri duydum. Orada olduğunu yeni fark ettiğim merdivenlerde bir siluet belirmişti. Miyop olduğumdan, kim olduğunu kestirmek güçtü.

Yaklaştıkça, gelenin elinde bir tepsi ile Emir olduğunu fark ettim. Yatağın hemen yanıbaşında duran komodinin üzerine tepsiyi bıraktı ve bana döndü. Gözlerime bakmadan "Nasılsın?" Diye sordu.

"Başım ağrıyor." Dedim. Sesim çatallı çıkmıştı. "Ben buraya nasıl geldim?"

Ben buraya nasıl geldim?

Cümle beynimde yankılandıkça dün gece yaşananlar beynime dökülmeye başladı. Aleyna, parti, Emir'in gelişi.

En son dışarı çıktığımızı hatırlıyordum fakat sonrası yoktu. Kokaini fazla mı kaçırmıştım ki?

"Bahçeye çıktığımızda biraz... garip davrandın. Sonra da burnun kanamaya başladı ve bayıldın. Ben de seni buraya getirdim."

"Beni taşıdın mı yani?" İnanamayarak gözlerimi zayıf bedeninde gezdirdim. Ondan kilolu olduğum kesindi. Belinin kırılmış olması gerekiyordu.

"Ben düşündüğün kadar çelimsiz değilim." Bozulmuştu. Ne diyeceğimi bilemedim. Konuyu değiştirmeye karar verdim.

"Senin evinde miyiz?"

" Yani, gibi. Atölyemdeyiz. Evim korunun diğer tarafında."

Koru kelimesini duyduğumda istemsizce pencereden dışarı baktım. Ormanın içindeydik resmen.

Alayla güldüm. Çocuğu sosyalleştiriyormuş gibi dışarı çıkarıp gözlemleyecektim sözde. Kucağına yığıldığımla kalkmıştım.

Güldüğümü fark edince sorar gibi baktı. "Güzel sosyalleştik yalnız." Tebessüm etti.

"Benim için kötü sayılmazdı."

Tepsinin içine baktım. Domates, ne çeşit olduğunu anlamadığım peynir ve bir kaç parça yeşillik vardı. Kupada ise yeşil renkli bir içecek vardı. "O nedir?"

"Ayılmana yardımcı olur. Tadı biraz kötü ama işe yarar."

Ya hep ya hiç diyerek içeceği fondip yaptım.

Ve sonraki beş dakikamı kusmamak için kendimi zor tutarak geçirdim.

Zorlanarak da olsa yataktan kalktım. Başım hala ağrısa da biraz hafiflemişti. Montumu giyip saçlarımı montun içinden çıkardım. Çok uzamışlardı, uzunluğu belime yaklaşmıştı. Pencerenin yansımasından karışmış saçlarımı olabildiğince düzeltmeye çalıştım. Düz olmalarına rağmen epey kabarmışlardı. Parmaklarımı tarak gibi saçlarımın arasından geçirdim bir süre.

Geriye dönüp Emir'e baktığımda; yüzünde, o gün kafede gördüğüm ifadenin aynısı vardı. Özlem ve acı. Bana çok uzun zamandır göremediği bir şeymişim gibi bakıyordu.

"Ben artık gitsem iyi olur." Dedim. Bakışlarının yoğunluğu üzerimde garip bir etki bırakmıştı.

Ben önde, o arkada merdivenleri indik. Zemin kat tamamen tuvallerle, ahşap oymalarla ve sayısı diğer her şeyden fazla olan heykellerle doluydu. Onu okulda, atölyede gördüğüm zamanı hatırladım.

Etrafı incelememe çok izin vermeden kapıya yöneldi. Ben de onu takip etmek zorunda kaldım.

Kapıyı açtığında "Patikayı takip ettiğinde anayola çıkmış olacaksın. Senin için bir taksi çağırdım." Utançla başını eğdi. " Taksi için senin telefonunu kullandım. Kusura bakma."

"Senin telefonun yok mu?"

"Kullanmaya hiç ihtiyaç duymadım. Hem Leyla da kullanmama çok sıcak bakmıyor."

Leyla mı?

Leyla, aşırı kıskanç bir sevgilinin adı mıydı?

Haddinden fazla bir şey söylemiş gibi gerildi ve ormana doğru baktı.

Beceriksizce "Şey, görüşürüz o zaman." Dedim ve iki basamaklı merdiveni inip patikaya yöneldim.

Birkaç saniye sonra adımı seslendi.
"Alexey!"

Koşan adımların sesini duyduğumda arkamı döndüm. Bir şeyimi mi unutmuştum?

Döndüğümde yüz yüze geldik. Neredeyse aynı boydaydık. Benden bir, belki iki santim uzundu. Kararsız şekilde yüzüme baktı. Kendi ile savaşıyormuş gibi görünüyordu.

Savaşı sonlandırmayı başarmış olacak ki; yüzüme daha çok yaklaştı ve elmacık kemiğim ile çene kemiğim arasını, kulağıma yakın bir yere naif bir öpücük kondurdu.

Dudaklarını birkaç saniye sonra geri çekti ve çok hafif gülümsedi.

"Görüşürüz, Λυπάμαι."

*Kek: Aleyna orada Esrarlı Kek nam-ı diğer Space Cake'ten söz ediyor.

sizi çooook ösledim~

Kırık Saç Uçlarında Sallanan Bedenler (Boy x Boy)Where stories live. Discover now