7

26.5K 2K 915
                                    

Birkaç gün önce okuldan sonra Bora'yı evine kadar takip etmiş, evini öğrenmiştim. Sonraki sabah erkenden yine evinin oradaydım. O evden çıkınca da okula kadar takip etmiştim. Okula yakın oturuyordu. Birkaç gün böyle sürdürdüm. Kimseyle konuşmuyor, direkt eve gidiyor, evden de direkt okula geliyordu. Kimse yolunu kesmiyor ya da göz ucuyla bile bakmıyordu ona.

Birkaç gündür ne ben sınıfına gidiyordum, ne de o sınıfından çıkıyordu. Bu yüzden pek konuşma fırsatımız olmamıştı.

Belki de bana güvenmek istediği konusunda aynı fikirde değildi. Belki de vazgeçmişti ve ben yanına gitmeyeyim diye sınıfından ayrılmıyordu.

O gün yine bahçede basketbol oynuyordum. Tek başıma. Ellerini sırtının ardında birleştirmiş, hafif kızarık yanaklarıyla gözlerini yerde dolandırarak karşıma dikildi. Elimdeki topu sektirmeyi kesip kolumun altına aldım. Tek kaşımı kaldırarak onu izlemeye başladım. "Se-sen..." diye mırıldandı. Felaket utangaç görünüyordu ve bu hoşuma gitmeye başlamıştı. Kendimi onu daha çok utandırıp kızartmak isterken buldum.

"Ben?" diye mırıldandım. Dudaklarını birbirine gömdü, hafifçe yutkundu.

"Sen zihnimi rahat bırakmıyorsun." Kaşlarımı kaldırdım. Suratı daha çok kızardı ve arkasını dönüp uzaklaştı. Tuhaftı.

*

Okul çıkışında eşyalarımı hızla toplayıp kendimi dışarı attım. Mustafa yine bana kızgın bir bakış attı. Kaç gündür eve onsuz gidiyordum çünkü takip etmem gereken biri vardı.

O gün takip edilmeyecekti gerçi...

Sınıflarının kapısına geçip beklemeye başladım. İnsanlar sınıftan çıkarken garip garip bana bakıyorlardı. Tuana çıkarken kaşlarını kaldırdı. "Şimdi olmaz." diye mırıldandığımda yürümeye devam etti. Ve en son Bora çıktı. Her zaman olduğu gibi.

Bakışları beni buldu, yüzü allaşırken kaçmaya hazırlandı ama elimi omzuna koyup yakaladım. "Bugün benden kaçmayacaksın." diye mırıldandım. Sonra gülümsedim. "Saklanamazsın da. Her seferinde bulunuyorsun. Kokunu bir kilometre öteden alırım."

"Ha ha ha." diye homurdandı yine o ukala tavrıyla. Ama teneffüste söylediği şeyin etkisi altında kızarmayı sürdürüyordu.

"Yürüyelim." diye mırıldandım. Ağır adımlarla merdivenleri inip okuldan çıktık. "Teneffüste söylediğin şey..." diye mırıldandığımda bakışlarını kaçırdı.

"Bir şey yapmasaydım sen de yapmayacaktın. Ben de dürüst olmayı seçtim." diye mırıldandı.

İstemsizce gülümsedim. "Dürüst Bora hoşuma gitti." Bana bakıp yüzünü buruşturduğunda kıkırdadım. "Sana asılmıyorum, sana dokunmam da. O gün yalnızca korkutmak istemiştim. Ben de en az senin kadar düzüm." Yalan. Yani evet, ona asılmıyordum ve dokunmazdım da. Ama düz değildim. "Yani, biliyorum güven deyince olmuyor ama, bana güven." Yüzüme bakmayı sürdürdü. O sırada onun evine giden sokağa sapmak yerine başka bir sokağa girdiğimizi fark ettim. "Bu arada nereye gidiyoruz?"

"Bilmiyorum." diye mırıldandı.

"Seni evine bırakayım mı? Benim okula dönüp takımla çalışmam gerek." Bana gülümserken yolun ortasında durdu.

"Sen okula geç, geç kalma."

"Zaten bir buçuk saat var antremana. Yemek yiyecekler daha. Sıkılırım ben beklerken." Başıyla hafifçe onayladı ve yürümeye başladı tekrar. Ama hâlâ onların evine sapmamıştık. Acaba evini bilmemi istemiyor muydu? Ama bardan dönerken de neredeyse onu evine bırakacaktım...

"O zaman beni bırakmana izin veriyorum." dedi kıkırdayarak. Gülümsedim. "Bu arada..." Gülümsemesi yavaşça soldu. "Bana moral vermek ya da rahatlatmak için yaptın, biliyorum ama... Sırtındaki tırnak izlerinin dayaktan olduğunu hiç sanmıyorum." Yolun ortasında durdum, ellerimi ceketimin ceplerinden çıkarıp karnıma koyarak kahkahayı bastım.

"Cidden..." diye mırıldanırken ellerimi gözlerime atıp yaşları sildim. Tekrar ona baktığımda dudaklarında ufak bir tebessüm vardı. Yanaklarındaysa silik bir kızarıklık. Yola döndüğümde hâlâ evine sapmamıştık. Sanki yolu... Uzatıyordu?

Elim göğsüme uzandı. Kısa bir an kalbim ağırlaşmış, karnıma sancılar vurmuştu. Neden?

"Hey... Neden sigara içiyorsun?" diye mırıldandım bakışlarımı ona çevirip. Omuzlarını hafifçe kaldırdı.

"İyi hissettiriyor."

"Klasik bağımlı bahanesi bu yalnız. Sigara iyi hissettirmez ki." Dudaklarını birbirine gömmekle yetindi. "Ya o bardaki arkadaşların?"

"Eski yaşadığım mahalledendi biri. Kızlar da onun arkadaşları." Zaten iki kız bir erkek vardı. Yani eski yaşadığı yerden olan erkek olandı.

"Benimle de bara gitmek ister miydin?" diye sordum bu kez. Tekrar omuz silkti. "Bu akşam?"

"Numaranı verirsen akşama doğru sana ulaşırım." Başımla hafifçe onayladığımda telefonunu çıkarıp bana uzattı. Numaramı kaydedip geri verdim.

O sırada sonunda onların sokağa girdiğimizi fark ettim. Normalde 7-8 dakika süren yol 15 dakika sürmüştü çünkü birkaç ara sokağı dolandırmıştı. İstemsizce gülümsedim. "O zaman... Akşam görüşürüz." diye mırıldandım. Başıyla hafifçe onaylayıp başını eğerek apartmandan içeri girdi. Ben de kısa yoldan okula geri yürüdüm.

*

Gri v yaka bir tişörtle siyah pantolon giyindim, siyah Nike ayakkabılarımı giyinip deri ceketimi üzerime geçirip çıktım evden. Bence iyi görünüyordum.

Önceki sefer karşılaştığımız barın önünde beklemeye başladım. Tuhaftı. Geçen sefer bu bardan ayrılırken onun yüzünü bir daha görmek istemediğime karar vermiştim ama şimdi yine buradaydım ve onun küçük suratını görmek için sabırsızlanıyordum.

Ve belirdi uzaktan. Ürkek adımları bana yönelirken süzdüm ağır ağır. Siyah Converse, ince bacaklarını tamamen saran yırtık yırtık siyah skinny.  Koyu yeşil bir sweatshirt ve içi gri yünlü siyah bir kot ceket. Kumral-kızıl saçlarını ise yine koyu yeşil bir bere örtüyordu. Yeşile aşık bir erkek olarak onu bu hâliyle onaylamadan edemedim.

"Selam." diye mırıldandım yanıma vardığında. Başıyla hafifçe onaylamakla yetindi. Tam çene kemiğinin köşesinde, kulağının aşağısındaki yeni morluğu fark ettim utangaç bir tavırla başını diğer tarafa çevirdiğinde. Kaşlarımı kaldırsam da ses çıkartmadım.

Kızlarla arasının bayağı garip olduğunu duymuştum. Yani bir sürü kız onunla olmak istiyordu ama o hepsini reddediyordu. Belki de kız arkadaşı vardı? İzleri de o yapıyordu?

Ve o an aklıma soyunma odasında olanlar geldi. O an sıcakladığımı hissettim. Ya da bir erkek onu dövmek yerine gerçekten taciz ediyordu? Bu o an damarlarımdaki kanın fokurdamasına sebep olunca zorlukla yutkundum. Hayır, hayır...

Parmak uçlarım mor kısıma ufak bir temasla ödüllendirildi. Gerçi ödül değildi, gözlerime eziyetti. Çocuk hafif bir acıyla irkildi ve benim boğazım yine düğüm düğümdü. Bakışları gözlerimi bulup hafifçe sulandı ama hızla başını eğip sakladı.

"Bora." diye mırıldandım. "En azından bana şunu söyle. Sana dokunuyor mu, vuruyor mu?" Cevap neyi değiştirecekti emin değildim. Belki de yalnızca vuruyor olsa bir miktar rahatlayabilirdim. Çünkü dayak yemek gurur incitici ve acıtıcıydı. Ama taciz edilmek beterin beteriydi.

"Dokunmuyor, henüz." diye mırıldandığında iç geçirip ellerimi omuzlarına örttüm.

"Lütfen, bana söyler misin? Bir şeyler için çok geç olmadan? Evden biri, değil mi? Bu yüzden söylemeye bu kadar çok çekiniyorsun?" Bakışlarını bana doğru kaldırdığında bir anda kan çanağına dönen gözlerini görmemle bir yumru tam boğazımın ortasında yer edindi. Kahretsin.

"Ne yapacağım ben?" diye mırıldandığında güçsüz bir sesle, ellerimden birini ensesine koyup yüzünü göğsüme sakladım. Sanki bunu bekler gibi sahiplendi yerini, kollarını belime dolayıp ağzından kaçırdı ilk hıçkırığını. Böyle bir durumda ne yapılır, ben bile bilmiyordum.

Sobe (Gay)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin