ÖLÜMDEN ÖNCE SON ON ÜÇ.

24K 1.3K 689
                                    

Ölmeden önce son on üç

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Ölmeden önce son on üç.

Ölmeden önce son on üçten yazıyorum,

X'in Y'sine.

X'in en güzel bilinmeyenine. 

ÖLÜMDEN ÖNCE SON ON ÜÇ.

Bugün İzmir'in bir ucundan bir diğer ucuna gittim; sana en lezzetli boyozu almak için. Sabahın altısıydı. Yedisine dört vardı ve beşini elli altı geçiyordu. Dün gece uyumadan önce boyozu özlediğini söyledin. Tanrım! Sana boyoz almayı altı saat on iki dakika boyunca beklemek zorunda olmak ne de kötüydü! Fakat sen bunun ne denli kötü bir bekleyiş olduğunu anlamayacaksın Yanık Tenli Gökyüzüm.

Sıcak boyozu bir tabağa koyarken titreyen ellerime gülümsüyorum. Sessiz gülüşümü bastıran bir yağmur yağdığını duyuyorum, mutfağımızın penceresine düşen seslerden. O an nasıl koşuyorum bilmiyorum ama saniyeler içinde kaldığın odanın ısısını yükseltiyorum sen üşüme diye... Sonra mutfağa dönüyorum, boyozun hala sıcak olduğunu görünce yaşımdan büyük seviniyorum. Bir tepsi yapıyorum sana. Sütü bol kahveni kupana koyuyorum, kupanı boyoz tabağının yanına. Bir de sabah, kaldırımın kenarında her gün çiçeğini satan isimsiz Teyze'nin sepetinden bir tane begonya çiçeği alıyorum sana. Sanırım Teyze'ye ödediğim çiçeğin parası cebimdeki son paramdı. Olsun diyorum içten içe, son paramın sana aldığım çiçeğe gitmesiyle delicesine mutluluk duyuyorum. Sana hazırladığım tepsiyi alıyorum ellerime, yürüyorum odamıza kadar.

Uyandığının görünce sana aldığım terlikleri getiriyorum ağanın ucuna. Senin ayakların çabuk üşür, ayakların her üşüdüğünde karnın ağrır, karnın her ağrıdığında sıcak su torbasıyla gezinirsin evimizin koridorlarında. Ayaklarının sesini dinlemeyi seviyorum, yine de karnın ağrıdığında ağlayan gözlerine dayanamıyorum. Yünlü terlikleri giyiyorsun, sonra bana dönerek genişçe gülümsüyorsun. Bugün hava çok güzel diyorsun, ben hava daha ne kadar kötü olur diye düşünürken. Yağmur yağıyor  diye karşılık veriyorum sana. Olsun diyorsun bana kızar gibi. Tanrı çocuklarının duasını yağmur yağarken kabul edermiş. 

Ben tepsiyi yere bırakırken ayağına giydiği terlikleriyle odamın içinde koşturmaya başlıyor. Ara ara bir şeyler anlatıyor, sesi cıvıl cıvıl. Gülüyor, kahkahasının sesini dinleyen duvarlara sormak istiyorum; onu böyle güldüren tek erkek benim değil mi diye, sonra şöyle diyor duvarlar; o seninle gülmüyor, o seninle gülmeyecek kadar başkasıyla...

Yumruklamak istiyorum onları...

Duvarları!

Y kahkahalarla gülerken ayağı takılıyor ayağıma, yere düşmemek için tutunuyor bana. O sırada öylesine bir öpücük konduruyor yanağıma. Öylesine mi? Allah'ım beni cezalandır! Allah'ım cezalandır beni! Nasıl öylesine olduğunu düşünebilirim? Ya da o beni küçücük dahi öptüğünde ben nasıl düşünebilirim? Evet, evet düşünemediğim için öylesine olduğuna dair yanlış bir fikre kapılıyorum. Af diliyorum senden Teni Yanık Gökyüzüm, asla öyle düşünmedim. 

Elim yanağıma gidiyor, dudaklarının nemini okşuyorum aptal bir sırıtmayla. O sırada o sanki beni hiç öpmemiş gibi gidiveriyor yanımdan, odanın içinde ama yanımda değil. Yanımda olsun istiyorum ama o istemeden hiçbir şey olmuyor zaten. Öpücüğüyle kaybettiğim aklımı bulmaya çalışırken üstünü giyiniyor. Çok güzel oluyor. Çok güzel nasıl oluyor bilmiyorum aslında ama çok güzel gibi işte. Eteğini giymiş, o eteği ona alabilmek için üç gün boyunca çeviri yaptığım günü hatırlıyorum. Üç günün sonunda gözlerimdeki ağrıdan duvarları tekmeleyerek ağladığımı... Değmiş diye düşünüyorum onun salınan eteğine bakarken. İyi ki diyorum Tanrı'ya minnetle. Ona o eteği almışım. Gözlerimin ağrısı hep geçer ama o bir şeyi benden her zaman istemez. 

Bir kazak giyiyor, ona getirdiğim tepsiye hiç bakmıyor. Camı açıp yağan yağmura bakıyor, ona getirdiğim tepsiye hiç bakmıyor. Gülüyor ama bakmıyor. İnci küpeleri var, annesinin ona yadigârı. O küpeleri kulağına takıyor, tepsiye hiç bakmıyor. Ben bakıyorum tepsiye, bir şey mi eksik acaba diye düşünüyorum. Eksiği bul aptal! Çabuk eksiği bul ve onun tepsiye bakmasını sağla! Eksik? Eksik bir çiçek daha mı? Söz, sahip olduğum ilk parayla bir de menekşe alacağım sana. Sen yeter ki tepsiye bak!

Bana baktı, tepsiye bakmadı.

Boyoz soğudu, tıpkı kahve gibi. 

Beresini saçlarına taktı. Sürekli gülümsüyordu. Ayak parmaklarımdan saç diplerime kadar sarsıcı bir acı beni etkisi altına alıyor. Berenin örttüğü saçların için şükrediyorum... Bere örtünce insanlar saçının kokusunu o kadar alamazlar ve bu bile beni mutlu eder. Ellerimi nereye koysam bilemiyorum, genzimi temizliyorum, utanıyorum, küçülüyorum. Ben söylemeden gör istiyorum. Sen görmüyorsun, sahi neden hiç görmüyorsun?

Makyaj yapıyorsun. İşte o an geberebilirim. Çünkü sen ona giderken bu kadar güzel görünmek istersin. Tanrı, aklımı korusun! Senin ona gidişini izlemek nasıl da kahredici. Çünkü biliyorum gitmene engel olmak gibi bir seçeneğim yok. Bir şey olsun diyorum, gitmesine bir mâni. O an saçmalamaya başlıyorum. Sana çiçek aldım diyorum, nasıl da çaresizim bunu söylerken. Sana kahve yaptım diye devam ediyorum. İç, ısınsın için.

Kıkırdıyor. Çok geçmiyor ki neden kıkırdadığını anlıyorum. Zaten içimi ısıtmaya gidiyorum diyor.

O öyle diyor ya, ayaklarımın bağı çözülüyor, başım dönüyor, tekliyorum. Sırtımı duvara yaslamasam bayılıp düşeceğim, biliyorum. Nefes alamıyorum, nefes alamadığımı asla anlamıyor. Konuşamıyorum, dilimde zerk eden hecelerden oluyorum. Gülüyor sonra. Çok komikmiş gibi... Hazırlığı bitiyor, lüle lüle saçları salınıyor odamın içinde. Bana el sallıyor, odadan çıkıp gidiyor. Koridoru koşuyor, ona gitmek için öyle hevesli ki artık boğazımdaki baskı nefes alamamaktan daha ötesine geçiyor. Kapıyı açıyor, açtığı kapının gıcırtısını işitirken gözlerimdeki doluluktan göremiyorum önümü. Tepsiye çarpıyorum... Kahve devriliyor boyozun üstüne, bir kısmı da begonyanın üstüne, bir kısmı da zeminin yüzeyine. 

Bana görüşürüz diyor. Allah'ım! Ona giderken böyle heyecanlı olması nefesimi kesiyor. Boğazımdan bir hıçkırık yükselecek, biliyorum. O hıçkırığı yükseltmeden önce ceketini al diyorum titreyen sesimle. Gitmeden önce ceketini al.

Ceketini almadı,

Acaba neden almadı?

Kulakları sağır mıydı bana? Duymadı mı beni? Duyduysa neden almadı?

Neden almadın,

Teni Yanık Gökyüzüm.

Yoksa o mu ısıtacak bedenini?

Sonra gecenin bir yarısında, Tanrı'ya bir an evvel eve gelmen için yalvarırken geliyorsun, duşa giriyorsun. O an anlıyorum;

Bedenini ısıtmış.

Böyleydi, dediğim gibi hikâyede bir mantık yok. Bu yüzden öylesine okuyun ;)

Sizi seviyorum. Hatta sizden güç alıyorum.

Instagram: emineasr.
Twitter: emineasr.
AskFm: emineasr.

🌹

TENİ YANIK GÖKYÜZÜ.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin