Gelelim Kedileri Seven O Kadına (Bölüm 1)

187 13 0
                                    

Çocukluğumdan tanıyordum onu çocukluk dediğim de aynı mahalle de büyümek falan değil, on yaşımdan beri tanıyordum işte. Öylece uzaktan, bi haber.. Çocukluğumuz da çok fazla olmasa da ara ara konuşup, oyun oynamışlığımız vardı.
Tanıyordum diyorum çünkü birkaç özelini açmıştı bana. Tümüyle olmasa bile en azından onu neyin mutlu ettiğini, en çok hangi şarkıyı sevdiğini, evden çıkarken sırt çantasına nelerini koyduğunu, neyi ne kadar dert ettiğini ve neyin ne kadarını umursadığını biliyordum. En önemlisi kedilere karşı içinde olan kocaman sevgiyi biliyordum. O kedileri ne kadar çok seviyorsa bende o kadar seviyordum onu. Sabahın yedisinde onu uyandıran lanet olası sisteme sövüp sayıyordu hergün. Güne mutlu ve huzurlu uyanması için tekbir geçerli nedeni vardı, kediler..
Sabahın körüne kurduğu o alarm yerine kedisinin sesine veya kedisinin yüzünü sevmesiyle uyanırsa pozitif oluyordu tüm gün. Kolunda, bileğinde ve ensesinde olan kedi dövmelerini her ay gidip en baştan renklendiriyordu. Peki kedileri neden bu kadar çok seviyordu, niye, nasıl? Nasıl oluyordu da onlara böyle içtenlikle yaklaşıp, kendi çocuğuymuş gibi besleyip sahipleniyordu.
Bu soruyu sordum ona..
Bu kedilere neden bu kadar düşkünsün, niye bu kadar anlam yüklüyorsun, nasıl oluyorda kendi evladın gibi besleyip büyütüyorsun?
Cevap alamadım. Zaten hep susan bir kadındı kendisi. Canı isterse konuşur, istemezse konuşmazdı. Öyle bildiğimiz kadınlar gibi de değildi. Hayata karşı hep bir bakış açısı vardı, her zaman ikinci bir planı ve her zaman derin derin bakan gözlere sahipti. Kahverengi ve kocaman gözler.
Koca gözlü kız diye seslenirdim, hoşuna giderdi. Sinirli ve agresif bir yapısı vardı. Ben öyle değildim. Her zaman pozitif, sinirlendiğinde öfkesini bastırabilen bir yapıya sahiptim. Zıttık birbirimize, olabildiğince uzak ve bir o kadar da mesafeli. Birbirimize benzemiyor oluşumuz iyi birşeydi bir bakıma. Çünkü bizi hep kendimize benzediğini düşündüğümüz insanlar üzer. Neyse, dediğim gibi hep mesafeliydi bana. Ara ara sıkıntıya düşerse, kendini çıkmazlar da hissederse yanında arardı beni. Çok anlayışlı ve sakin bir yapıya sahip olduğumu düşünerek gelir anlatır, rahatlar ve giderdi. Hep böyleydi. Onun hayatında bir arkadaştan öteye gidemedim. Ne seviyorum diyebildim, ne de sevildim diyebildim. Olmadı, olmayacaktı. Sadece bana değil, herkese mesafeliydi. Kırılmıştı çünkü, bir kere kırılmıştı. Bilirsiniz, kırılmış birisini siz toparlayamazsınız buna izin vermezler. Zaten kendi kendini de topladıysa, kendi kendine güçlenip kalktıysa ayağa kimseye de ihtiyaçları olmaz. Bunları yaşayan bir kadınsa şayet, o kadının kimseye ihtiyacı olmaz, kimselere güvenmez, kimselere "bak burdan aldım ilk yenilgimi" diye bahsetmez. Güçlüdür çünkü. Kendi yarasını kendisi saran bir kadından daha güçlüsü varsa o da o kadının annesidir. Ben bunu bilir bunu söylerim.
Günler, haftalar geçiyor, ben sevdiğim kadınla 2-3 günde bir ve 15-20 dakikalık bir zaman zarfında konuşabiliyordum. İstemiyordu çünkü, kimseyle konuşmak istemiyordu. İnsanlara istemediği bir şeyi zorla dayatamazsın. Ne kadar seversem seveyim, ne kadar konuşmak istersem konuşayım olmuyordu, konuşamıyordum. Uzaktan sevmenin daha sağlıklı olacağını düşündüm. Öylece uzaktan, sessiz bir şekilde sevmenin ikimiz için de daha iyi olduğuna karar verdim. Ne yapayım, yanına sokulup "ben seni seviyorum" desem daha mı iyi sanki? Öyle birşey yaparsam şayet onun hayatında arkadaş olarakta kalamayacağımı biliyorum. Bir hiç'ten farkım kalmayacaktı. Boşver, sessizlik güzel, sessizlik iyi... Sevdiğim, dinlesene sessizliğimi, söyleyecek çok şeyi var..
Bir sabah telefonumun sesinde uyandım. Uykumdan uyandırılmayı da hiç sevmem. Sabahın yedisinde ısrarla kim arıyor ki beni? Telefona bakacak kadar gözlerim açılmamıştı ve parmak uçlarımla telefonun sessiz tuşunu arayıp buldum, defalarca sessize aldım. Bir iki üç... durmuyor, ısrarla çalıyor lanet olası! Gözümü hafiften açıp kimin aradığına baktım. "koca gözlü kız" arıyor. Nasıl heyecanlandım öyle, kalbimi ağzımda hissediyorum.
Ses tonumu düzeltmek için iki üç kere öksürdüm, kendime geldim ve telefonu açtım.
-Efendim?
Nasıl bir ses tonu verdiyse Allah ona, öyle güzelki sabahın köründe ninni dinliyorum sanki.
-Barış uyuyomusun sen hâla, bir an önce kalk ve yanıma gel! Soru sorma, birşeyde söyleme, hadi çabuk ol! dedi ve kapattı telefonu.
Sinirli uyanmıştı, belliydi.. Oturdum düşünüyorum; Hangi insan pazar sabahına sinirli uyanabilir ki Allah aşkına? Siniri geçtim, pazar günü sabahın yedisinde uyanmak ne koca gözlü kız? Hadi uyandın beni neden uyandırıyorsun?
"Neyse Barış, ilk defa telefonun onun tarafından çalıyor, ilk defa seni yanında istiyor sitem ediceğine bir an önce hazırlan ve çık evden" diye söylendim kendi kendime.
1 saat sonra yanındaydım. Pazar günü yedi de uyandırılmak neymiş, ısrarla rahatsız edilmek nasıl bir duyguymuş anlaması gerekiyordu. Dayandım kapısına. Art arda zile basıyorum, kapıyı sertçe çalıyorum açan yok. Sanki cenaze evi zil sesinden başka birşey duymuyordum. 5 dakika sonra açtı kapıyı. Çoktan hazırlanmış,üstünü giymişti. Her zaman ki güzelliğini ve sinirli yapısını koruyordu.
-Dam kapısı mı bu öyle vuruyosun? dedi sinirli tavrıyla.
-Yaa küçük hanım, birisini ısrarla rahatsız etmek nasıl bir duyguymuş öğrenmiş oldun.
-Neyse çok konuştun hadi gidiyoruz.
Ben ayakkabılarımı çıkarmış içeri davet etmesini beklerken kapının ağzında ki anahtarı çıkarttı ve yola koyuldu.
İnsan bir günaydın der, bir hoşgeldin der efendime söyleyeyim pazar kahvaltısı yaptırır değil mi, ama nerde hep bencil Araf hep bencil Araf. Varsa yoksa "ben" düşünceli..
En sevmediğim yönü de buydu, Bencillik.
-Sabahın bu saatinde beni derin uykularımdan uyandırıp, sıcacık yatağımdan kaldırmanın sebebi ne acaba?
'kedim evden kaçmış, onu bulucaz.
-haydaa, sabah sabah?
"evet, sabah sabah! Yanımda olmayacaksan evine dönebilirsin Barış efendi" dedi imalı bakışlarıyla.
-asla vazgeçmem, arayalım kedini.
Tüm gün boyunca sokak sokak kediyi aradık, bakmadığımız kuytu köşe, girmediğimiz delik kalmamıştı.
Günün sonun da haliyle yorgun düştük tabi. Ne kahvaltı yaptık, ne de öğle yemeği yiyebildik.
Saat geç oldu, onu evine bırakıp kendimde evime gittim.
Her gün düzenli olarak kedisini aradık. Hergün yeni yeni umutlarla çıktığı evine yüzü asık bir şekilde dönmek onu umutsuzluğa götürüyordu, bunu görüyordum. Böyle olmayacaktı, ona kedi almalıyım diye düşündüm kendimce. Bu fikri ona sundum. Kedi almak yerine sahiplenmeyi tercih etti. Barınak barınak dolaşıp, Esmer'e benzeyen bir kedi aradık gün boyunca. Kedisinin ismi Esmer'di. Tüm umutlarımız tükenmek üzereyken bir tane kedi buldum, Esmer'e de çok benziyordu. Araf kediyi görünce hemen göğsüne yatırıp sevmeye başladı. O kediyi sahiplendi, ben onu mutlu edebildiğime sevindim. Bir zaman sonra ona "neden başka bir kedi  değil de Esmer'e benzeyeni sahiplendin" diye sordum.
'Uzun hikaye, dedi.
-Vaktim var, dinliyorum.
'Kısaca özet geçeyim, Esmer bana sevdiğim adamın hediyesiydi.
O an beynimden mermi yemiş gibi oldum. Uçurumun kenarındayken kıçıma tekmeyi basıp aşağıya atsalar böyle canım yanmazdı. Kedisi kayboldu üzülüyor canı yanıyor diye günlerce sabahın köründe uyandığım durumun hikayesine bak "ilk kedisini sevdiği adam almış" Araf'ın o cümlesi günlerce beynime yankılandı. Çok canım yandı, çok ağladım. Kedi sahiplenirken ona yardımcı oldum, yanında durdum diye bana minnet duyuyordu. Sürekli konuşmak , sürekli birlikte zaman geçirmek istiyordu. Bir şeyler tersine döndü. Araf beni yanında istedikçe ben araya mesafe koydum. Seve seve, içim yana yana uzak kalıyordum ondan. Böylesi benim için daha iyiydi. Bencil mi oluyordum ne? Sadece kendimi düşünüyordum, bu bana yakışmıyordu, yakışmamalıydı. Bencilliği bir kenara bıraktım. Araf ne zaman, nasıl istediyse yanında oldum, birlikte zaman geçirdik, güldük eğlendik. Daha yakındık birbirmize. Ona ne kadar söyleyemediysem sevdiğimi o kadar şiddetlendi içimde ki ona karşı olan duygular. Bir gece oturduk sahile bakan banka, yanlış hatırlamıyorsam Ekim'in başları. Rüzgar hafiften hafiften esiyor, üşütüyordu bizi. Bunu daha önceden tahmin ederek yanıma ince, battaniye tarzı sarılabileceğimiz bir şey aldım. İkimiz battaniyeye sarılarak uzun uzun konuştuk. Konuşmanın ortasında Araf daha fazla üşümeyip bana sarılmasaydı kalbimin atışını hissetmeyecekti belki. Elini kalbime koydu ve şöyle söyledi "kalbin çok hızlı atmıyor mu sence de, neden böyle atıyor" tam sırasıydı herşeyi söylemenin.
"Senin yüzünden" dedim. "Aylarca hayalini kurduğum bu anı şimdi yaşıyor olmam yüzünden, bana sarıldığın için, yanımda oturduğun için ve seninle geceyi gündüz edeceğimiz için"
afallamıştı. Şaşkın şaşkın yüzüme bakıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu...

Güzel SevmekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin