59'1.BÖLÜM: "Kapan"

66.9K 2.7K 814
                                    

•●•

"Bence kesinlikle çilek. Sen hangisini istiyorsun?" Bazen bir dilden anlamadığını söylemek yalan değil de yanınızda boş boş konuşulmasına engel olabilirdi. Tıpkı suratına aval aval bakmakla yetindiğim Amber gibi.

Snow hapishanesinin duvarları ardında büyük bir sırrı keşfedeli ve o sırrın beni yürüyen bir ölüye çevirmesinin üzerinden iki gün geçmişti. Snow'a sakladıklarının hesabını sormadım, soramıyordum. Ne diyeceğimi bilemiyordum, hiçbir şeyi riske atmak istemiyordum ve bu durum içten içe kendimi yememe neden oluyordu.

Ben de sadece dinledim. Ben odadan çıktıktan hemen sonra kitap okuduğunu düşündüğüm kadın uyanmış ve kısık sesle mırıldanıyordu. Bu konuşmalar arasında bir iki hıçkırığı ayırt etmem benim için o geceye dair en çarpıcı şey olması bile tuhaftı. O kadın benim arkamdan ağlamıştı. Soğuk kanlılıkla dinlemeyi bıraktım ve uyumaya karar verdim. O gece sabaha kadar hep kabus görmüştüm. Yukarıda ki kadını Snow öldürüyordu, ona işkence ediyordu, kadın ölüyordu, kadınla annem ölüyordu, ben ölüyordum sonra tekrar kadın. Sonra annem. Sonra ben. Üçümüz bir karma kurmuşuz ve kendi devinimimizde bir var olup bir yok olduğumuz kabuslarımın tek ortak noktası buydu. Ölüm.

"Hangisi?" İngilizce bilmiyormuşum da sağırmışım gibi bağırarak ekranlarda ağız sulandıran resimleri göstererek "Çilek mi, çikolata mı?" dediğinde haline acıyarak güldüm yoksa ben gidene kadar Amber çatlayacaktı.

"Çok kötü değil. Biraz konuşabilirim." dedim Amber'e. Yoksa mümkünü yok bu kızla baş edemezdim.

Amber sanki ilk kez konuşmuşum gibi kocaman gülümsedi ve yumuşak sesiyle bağırdı. "Harika! O zaman çilek?" dediğinde yanaklarımı şişirip şu anın bir an önce bitmesi için ağzımda ki bütün nefesi boşalttım. "Çikolata."

"Ahh. Tamam. Çikolata." O kasadaki sevimli gençle flört edercesine siparişlerimizi verirken etrafıma bakındım. İçeride bir dışarıda iki koruma bize eşlik etse bile en azından rahatsızlık vermemek için mesafelerini koruyorlardı.

Bugün ilk defa yanımda kimse olmadan dışarıdaydım. Öğleden sonra Amber babası ile Snow'un evine gelmiş ve süper hızlı konuşan dili onları ikna etmeye yetecek daha doğrusu usandıracak kadar çok şey konuşmasına ve dışarı çıkmam için izin almasına yetmişti. Dışardan bakıldığında hanımefendi profili yok değildi ama çocuksuydu, en azından şımarık değildi. Bu yüzden biraz daha katlanılabilir sınıfında yer alıyordu.

Onun, küçük kırmızı arabasıyla bana caddeleri gezdirmesini sessiz kişiliğim ve Amber'e olan şüphelerimle eşlik ederken gözlerim çevre de tanıdık bir yüz arayıp duruyordu. Fırsatını bulsam anında ortalıktan kaybolur ve ücra bir köşede Cihan'ın beni bulmasını beklerdim ama kısa buluşmalar özlem gidermekten çok artık acı vermeye başlamıştı. Bir dakika görmek bir haftalık özleme eşdeğer seviyelere çoktan ulaşmış ve varlığım deli gibi onu yanında istiyordu.

"İşte. Al bakalım."

Amber'in uzattığı bardağı alırken Snow'un dün bana verdiği yeni telefonumdan saati kontrol ettim. Hava az önce tamamen kararmış, yürüdüğümüz yolda büyük caddelerin aksine daha yerel yollar soğuk havayı yumuşatmak ister gibi parlıyordu. Işıkla kuşanmış ağaçlar, butik dükkanlar ve serin havanın etrafa yaydığı insan uğultusu... İç çekerek bardağımın içinde ki çikolata damlalarını ağzımdaki pipetle kovalarken bir an kendimi Antalya'da, yaz tatilim tam ortasında hissettim.

Lisede, nadiren de olsa sınıfımdan bir kıza ayırdığım birkaç saatini yeni bitirmiş ve tek başıma sokaklarda geziniyordum. Birazdan annem arayacak ve havanın karardığını hatırlatacak, ki bu onun dilinde eve gelme vakti demekti; babam... o... geç kalacaksam beni almayı teklif edecekti. Ona güvenerek daha çok gezecektim ve akşam evime döndüğümde kalp kırılmadan yapılan aile tartışmamız bitince de odama kapanıp belki film keyfi yapacaktım.

AVCIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin