Bölüm 1: Ninni

266 15 5
                                    

"Luna! biz çıktık. kapıyı kilitlemeyi unutma."

"Tamaaam"

"Luna?"

"Ne var Logan?"

"Bu gece ben de geç kalacağım. Hava karardığında dışarıda durmanı istemiyorum."

"Ne, neden?"

"Dolunay." *kapı sertçe kapanır*

"Eee nolmuş ona ... Logan? .... LOGAN?!"  Luna bir kaç defa abisinin adını haykırdı. Ama cevap gelmiyordu işte. Gitmiş olamlıydılar. Klasik. diye düşündü Luna. Hiçbir aile gezisine onu götürmezlerdi. Umuyordu ki o geceden sonra bu değecekti. Doğum gününden sonra.

Annesi ansızın bir gece kaybolduktan sonra her şeyi ona yasaklar olmuşlardı. O zamandan bu yana Luna'nın kabusları da artar olmuştu. Bunu kafasına çok takmamaya çalışıyordu. Ne de olsa hayat devam ediyordu. Ama içini yiyip bitiren bir huzursuzluk da yok değildi. Annesi kaybolmuştu ama o olmasını gerektiğini düşündüğü halden çok daha iyi durumdaydı. Neden? Belki de içinde bir yerlerde hala umut olduğu içindi.

Evde nasıl zaman geçireceğini bilemiyordu. Mutfağa doğru gitti. Buzdolabını birkaç kez açıp kapattıktan sonra odasına, üst kata çıktı. Simsiyah Ray-Ban okuma gözlüklerini takmadan önce siyah tokasını bileğinden çıkardı ve çok tatlı bir topuz yaptı. Siyah en sevdiği renkti - İroni.

Alt kata indi ve siyah-gri pijamalarının içinde televizyonun karşısına yerleşti. Kumandaya bakındı. Pöff. Televizyon masasının üzerindeydi. Kumandanın televizyonun yanında ne işi var? Hayır, eğer orada duracaksa ne işe yarıyor bu alet! Oflaya puflaya oturduğu yerden kalktı ve kumandayı kaptı. Hazır ayağa kalkmışkennn... Uzanıp tavan vantilatörünü açtı. Ev resmen sahra çölüyle yarışacak haldeydi. Kendini koltuğa bıraktı ve birkaç saat televizyon seyretmeye koyuldu

Pazar akşamı. Hmmm ne izlemeli? BBC kanalını açıp Once Upon A Time dizisinde karar kaldı. Sevdiği diziler arasındaydı. Evet, kabul ediyordu, bir Sherlock veya Doctor Who değildi ama zaman öldürmek için daha iyi bir seçeneği yoktu.

Logan dışarı çıkma demişti ama bembeyaz müstakil evlerinin yeterince büyük bahçesine bakan verandadaki sallanan sandalyesinde ay ışığı eşliğinde kitap okumak neredeyse yapmayı sevdiği tek şeydi. Bundan vaz geçmeye de niyeti yoktu. Çünkü zaten hastalığı sebebiyle gün ışığında dışarı çıkmasına her zaman izin verilmiyordu. Miami bir albino hastası için harika bir yerleşim yeri sayılmazdı. Güneş havada eksik olmuyordu çoğunlukla ama bu onunda hoşuna gidiyordu. Verandada oturmasının sıkıntı yaratmayacağını düşünüyordu. Hem teknik olarak evin dışında bile sayılmayacaktı. Ne zarar görebilirdi ki?

Kitabını aldığı gibi odasının kapısını kapattı ve alt kata indi. Mutfağı geçerek verandaya ulaştı ve sallanan sandalyesine yerleşti. Battaniyesini de kucağına alınca keyfine diyecek yoktu. kocaman mavi gözlerini bitirmek üzere olduğu kitabına dikti ve hafif bir esintieşliğinde yavaşça sallanmaya başladı.

Birden aklına bir ninni takıldı. Bu ezgiyi nereden bildiğini bilmiyordu. Sanki o anda uyduruyormuş gibiydi ama sözlerin harika bir ahenki vardı. Hangi dilde söylediğini bilmiyordu. Önce fransızcaya benzetti ama daha sonra düşünmeyi bıraktı. Okumayı, sallanmayı. Yavaşça ayağa kalktı ve gözlerini dolunaya dikti. Aynı ninniyi tekrarlayıp durdu.

"Luna, et luna ludere quin venire

Blue potens deficere lectus venit"

Sanki transa geçmiş gibiydi. Tek düşünebldiği bu iki satırlık sözlerdi. Bilinçsizce gözlerini aya kenetledi ve ayın ninniyi söyledikçe gri tonlarından maviye dönüşünü izledi.

Aniden kendine gelir gibi oldu. Ne yapıyorum ben böyle? diye düşündü. Ninni söylemeyi kesemiyordu. Sanki başka biri, ya da bir şey, onu kontrol ediyordu. Gözleri şimdi maviye dönmüş olan aya kaydı. Bu bir ii adım gerilemesine sebep oldu. Yutkundu ve söylemeye devam etti " .. ludere quin ...". Ardından bahçedeki karanlık çalılardan hışırtılar duyuldu. Luna korkmaya başlamıştı. " ... lectus venit. Luna, et ..." Arkasını döndü ve mutfak kapısını açmak istedi ama kapı tokmağını çevirdiğinde sadece kilit sesi duyulu. Kapı açılmıyordu. Kilitlemediğime yemin edebilirim! diye geçirdi Luna aklından.

Tekrar kafasını bahçeye doğru çevirdiğinde, " ... potens deficere..." iki kocaman sarı göz ve büyük sivri dişlerden başka bir şe görmedi. O anda  çığlığı basmak istedi ama ninni yapmasına izin vermiyordu. Sarı göxler ona birkaç kez hırladı ama öncesinde karşısındaki şeye detaylı olmasada küçük bir bakış atma şansı buldu. Yaklaşık 3 metre boyundaydı. "Luna, et luna...". Siyah kürkü ve cılız bir iskeleti vardı. İnsan yapısına benzeyen elleri -ya da patileri, Luna tam olarak kestiremiyordu- ve parmaklarının ucunda da neredeyse dişleri boyutunda pençeleri karanlıkta parlıyordu.

Sonunda " İlla lupus" diyebildi zayıfça. Bu hayvanın anında uzaklaşmasını sağladı. Luna hayvanla göz kontağını yitirir yitirmez kendini yerde buldu. Tek düşünebildiği şey o sarı gözlerin bir şekilde tanıdık gelmesiydi. Ama nasıl? Bilmiyordu.

Kendini son kez düşünmek için zorladı ve bilincini yitirmeden ağzından tek kelime çıkarabildi. Sonra her şey karanlık oldu.

"Anne?"

Mavi Aylı GecelerDär berättelser lever. Upptäck nu