"Robin, bekle!"

Sesimi işittiğinde durmadan ve arkasını dönmeden elini havaya kaldırıp baştan savma bir şekilde salladı. Tekrar seslendim.

"Robin!"

Yine durmadı. Durmazdı tabii... Ona Robin dediğim için kızmasının üzerinden çok geçmemişti halbuki. Bunu anlamayacak kadar aptal olabileceğime inanamıyordum.

"Cihan!" Var gücümle ismini bağırdığımda önce yavaşladı, ardından tamamen durdu. Hafifçe geriye döndüğünde emin olmak ister gibi merakla bana bakmaya başladı.

Ona doğru koşmaya başladığımda bir kez daha seslendim. İsmini duyar duymaz yüzüne yansıyan memnun ifade, bir an için tereddüt etmeme sebep oldu. Çünkü eğer bu işe onunla devam edersem, bunu sürekli dile getirip alay edecekti.

Yanına vardığımda biraz soluklanırken önce o konuştu.

"Ne o, özür dilemeye mi geldin?"

"Ne alaka? Ben..." Aniden sessizleşip kendimi daha rezil bir duruma düşürmemek için sakinleştim ve öyle yanıtladım.

"Seni kızdırdığım için içim rahat etmedi."

"Bu kadar mı yani?"

"Değil," deyip göz devirdim belli belirsiz. "Çulsuzum, işim gücüm yok. Aylağın tekiyim. Tüm bunlar için teyzemden para istersem bir asır kadar aralıksız konuşur. Yani," deyip soluklandım.

"Eğer bana yardım edebilme imkanın varsa bunu geri çevirmek istemiyorum."

"Peki ya özür?"

"Bu şart mı?"

"Evet."

"Özür dilerim, tamam mı?"

"Aferin," deyip keyifle sırıtmaya başladığında başını hafifçe kaldırıp yolu işaret etti.

"Hadi o halde, gidelim."

Cihan'dan özür diledikten sonra, gururumu tekmeleyen pişmanlığımı görmezden gelmeye çalışıp önden yürümeye başlayan Robin'i takip ettim. Ona bu zevki tattırdığım için kendimi kötü hissediyordum. Sanki bir yarışın içindeymişiz de, o bir puan öndeymiş gibiydi.

"Biraz hızlan," diye uyarıda bulunduğunda başını önüne çevirir çevirmez yüzümü buruşturup taklidini yaptım.

"Yüzüm sana dönük olmayabilir ama kulaklarım hala duyuyor, bil istedim."
Onunla ne zaman alay etsem bir anda ciddiyete bürünüyordu. Bu ise onunla daha fazla alay etme isteği yaratıyordu içimde. Fakat amacıma kolayca ulaşmak istiyorsam kendime biraz mukayyet olmalıydım.

"Kendimi tutamadım," diye açıklamamı yaptığımda birkaç saniyede koşup onun hizasına erişmiştim. Adımlarımız senkronize olduğunda ses tellerimiz dinlenmeye koyulmuştu.

Robin, hızlı hızlı yürürken yine terlemiş, bileğinde duran ince siyah toka ile saçlarını at kuyruğu yapmıştı.
Benim saçlarım bu şekilde bağlanmazken onun, bileğinde toka taşıması bana biraz garip, bir hayli de gülünç gelmişti.

Bununla da dalga geçebilirdim elbet fakat sinirlerini daha fazla zorlamamak adına sessizliğimi koruyordum. Fakat yürüdüğümüz yol bitmek bilmediği zaman artık şikayet etme isteğimi zapt edemiyordum.

"Gelmedik mi?" Cevap vermedi.

"Ne zamandır yürüyoruz, nerede bu yer?" Robin, yine sessiz kaldı.

"Beni nereye götürüyorsun?"

"Of," diye bağırdığında başını hızla bana çevirdi. "Seni kaçırıyorum. İç organlarını çalıp sattıktan sonra senden geriye kalanları da sokaktaki hayvanlara yedireceğim."

SEKİZ MADDEWhere stories live. Discover now