5. Ufuk Çizgisi ♣

2.2K 156 29
                                    

Dolabımın gıcırdayan kapaklarını aralayıp giymekte tereddütte kaldığım eteklerimden birini aldım. Siyah etek 5-6 yaşlarındaki bir kıza bile olabilecek kadar dar olmasına rağmen benim belimde dönüyordu. Kumaş parçasını, belki de vücudumun çürüklerle kaplı olmayan tek yerinden, bacaklarımdan geçirdim. Aynada beni karşılayan yansımam, inatla somurtuyordu, kaslarım güçlü yapıştırıcılarla sabitlenmiş gibi hareket etmiyordu. Gülmek sadece kaslara bağlıyken bile gülemiyordum çünkü benim bedenim çoğu insan gibi mantığın değil, ruhumun himayesindeydi. İçimde kıpırdayan ve katı kuralları olan benliğim, gülümseme ne demek unutturmuştu bana.

Aslında tüm suç bana aitti. Yaşadığım tapılası hayatın kadrini bilememiştim ve yaratan, cezalandırmıştı. Onun olanı verdiği gibi, avuçlarımdan dur dememe fırsat bırakmadan çekip almıştı. Şimdi tek yaptığım şekerleri alınan bir çocuk gibi sızlanmaktı. Ne yazık ki benden alınanlar şeker kadar basit değildi ve öyle marketlerde bulamıyordunuz.

Her gece barlarda takılan ve tonlarca para harcayan biri olmamama rağmen benim hayatım değerliydi, yeni anlıyordum. Para değil, alınan bir nefesti yaşamı yücelten.

Belimi sıkıp dizlerime doğru bollaşan eteğin üzerine renkli askıların birinden kurtardığım beyaz bir şifon gömlek giydim. Hastanedeki depresyona girmişlik modumu bizimkilere söktürmek sandığımdan çok daha zordu. Bu yüzden onların yanındayken Çağanlar'ın yürüyen kemik torbası olmaktan çıkmak mecburiyetindeydim, ilk kural da giyimdi. Kapının kulpunu çevirip yamuk adımlarla koridora çıktım. Üstüme sinen ve derime yapışan hastane kokusu bu katta daha yoğundu. Ciğerler bu mide bulandırıcı kokuyu soludukça alışkanlık haline getiriyordu ve farkına varmadan koku tüm benliğini ele geçiriyordu; bende de durum farksızdı.

Yardımcılar tarafından aşağıya indirilen eşyalarım taşımak zorunda olmadığım için rahat yürüyebileceğimi sanıyordum, tabi benimki küçücük bir avuntuydu. Hala daha kendi başımın çaresine bakabileceğimi düşünüyordum, çoktan pilimin bittiğini bile bile hem de. Çubuk makarnayı anımsatan ve aynı onlar gibi ufacık bir dokunmayla kırılabilecek bacaklarımı sürükleyerek, çamaşır suyuyla silinmekten aşınan merdivenlerden inmeye başladım. Bir kaç şişe şarap içip dünyayla bağlantılarını koparan sarhoşlar gibi yalpalayıp duruyordum. Sevgilimin evine gidip haykırarak onu sevdiğimi söylemediğim kalmıştı bir tek. Gerçi onu yapmak için önce bir sevgiliye ihtiyaç vardı, oysa ben de gerekli materyallerin hiç biri yoktu, ne sarhoş olmama izin verecek böbrekler, ne güzellik, ne sevgili.

Sadece kısa bir süreliğine kullanmamın mümkün olduğu Mp3 çaları takarak daha önceden alışık olduğum gürültülü müziğe bıraktım kendimi. Toplasan bir çuvala sığacak kadar sayılı olan günlerimin çoğu makinelerden gelen kalp ritim seslerinden ibaretken şuan dinlediğim müzik çağ dışı bir şey gibi geliyordu. Gelecekten koparılan bir hazineydi. Bir annenin yavrusuna olan hasreti kadar yüceydi, büyüktü.

Kendimi şarkının nakaratına kaptırmış olduğumdan çarptığım bedeni çok geç fark etmiştim. Dikkatli adımlarıma rağmen birine çarpmam şaşırtıcı derecede çok kolay olmuştu, sol omzumdaki tüm hücreleri katledecek kadar güçlü çarpan adam, içinde birçok duyguyu barındıran gözlerini bana diktiğinde ne yapacağımı bilemez bir halde kulaklıkları çıkardım. Adamın dişlerini sıkmaktan şakaklarında beliren şişkinliğe bakıyordum ki hiddetle bağırışı tüm dengemi alt üst etti. Derdini çözememiştim ama sadece benim çarpışımla bu kadar öfkelenilmezdi. Neyim ben, tır mı?

''Ben, üzgünüm.''dedim ve bir adım geri çekildim. Adam, aklı çalışan herkesin fark edebileceği gibi benden epey büyüktü. Polisiye dizilerinin ağır mafya babası edasıyla yüzümde sabit tuttuğu ağır bakışlarını çekerek bozulan ceketini düzeltti. Üzerine kusmuşum gibi ceketinin her noktasını ayrı bir özenle siliyordu. Pahallı bile görünmüyordu oysaki.

NEFESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin