1.2. Satırlar arası yolculuk

Start from the beginning
                                    

"Sen kötü biri değilsin." dediğimde yüzünde saklamadığı bir şaşkınlık hâkimdi. "Şaka yaptım!" diyerek kahkaha atmak istedim o an. Yapamadım. Gülümsedim. "Hissediyorum, sen kötü biri değilsin."

"Ev nerede demiştin?"

"Evinin karşısında."

Önden yürümeye başladığında geride kalmamak için hızlı adımlarına ayak uydurmaya çalıştım. Attığı uzun ve hızlı adımlara takılı kalan aklım, onun bu hızlı hareketlerinin polisten kaçarken geliştiğini düşündürdü bana. Daha önce polisten birçok kez kaçtı muhtemelen.

Kendini gizleyebildiği de aşikâr. Şu an karşımda böylesine hızlı attığı adımlara göre daha önce kaçabildi ve Hürkan'da gizlendi.

"Ne düşünüyorsun öylece bacaklarıma bakarak?"

Söylediği beni kendime getirirken durduğumuzu fark ettim ve bacaklarından gözlerine çevirdim bakışlarımı. Onu ilk gördüğümden beri hiç meraklı bakmayan gözlerinin aksine, aklının bir köşesinde sorulara takıntılı bir yanı da vardı. Sorduğu soruya kabul göreceği bir cevap almadan konuyu değiştirse de lafı mutlaka eski yerine getirirdi. Almak istediği her neyse, alırdı.

"Çok hızlı yürüyorsun." dediğimde nereye varacağımı merak ediyordum. Şu an beynimden dilime düşen kelimelerin bile anlamlı bir cümle oluşturduğundan şüpheliydim. "Neden?"

"Kaçmam gereken çok şey var." dedi sessizce ama duydum. Duyduğum, onun hakkındaki düşüncelerimi doğrularken yanılmayı diledim. Gerçek, bütün çıplaklığıyla karşımda dururken Alparslan'ın söylediği, ruhuma zincirlerini öyle bir sardı ki o zincirlerin günü geldiğinde ayağıma takılıp beni yerle bir edeceğini o an anladım. "Başta kendimden..."

"Kendinden kaçamazsın."

Gülümsedi. Dudaklarını esir alan küçük bir gülümseme, son bir saattir onun hakkındaki kesinleşmeyen düşüncelerimi değiştirmedi.

"Gidelim artık."

Sessizce yanından yürümeye başladım. Hızlı hızlı... Benim için adımlarını yavaşlatmadı. Bildiğini okuyan biriydi ve bunu göstermekten çekinmiyordu.

Cep telefonunun çağrı sesi kulaklarıma ulaştığında ön cebinden çıkardığı fazla pahalı olmayan telefonundan kimin aradığına baktı. Çağrıyı yanıtlarken açar açmaz, "Önemli bir şey değilse seni birazdan ararım." dedi. Karşı tarafın söylediği ilgisini çekmeyi başardığında adımları durdu. "Gelemem şu an. Hayır, yarın da gelemem. Sonraki gün de..." benim de durduğumu fark edince, "Kapatmam gerek." dedi. "Seni akşam ararım."

Bir cevap beklemediğim için o da cevap vermeden yürümeye devam etti. Hürkan'ın neredeyse girişine geldiğimizde eczanedeki adamın gösterdiği evi işaret ettim. "Burasıymış, sahibini tanıyor musun?"

"Evi gördün mü?"

"Henüz görmedim." dediğimde kaşları yine havalandı. Zora sokulacağım bir soruya daha kendimi hazırladığım sırada beklediğim olmadı. Kaldırdığı kaşlarını sakince indirdi. Bense adamdan aldığım telefon numarasının yazılı olduğu kâğıdı çıkardım. "Numarası burada."

Numarayı elimden alıp çevirdi. Ev sahibiyle kısa bir görüşmenin ardından ilerideki bakkala anahtar bıraktığını öğrendi. Ben orada beklerken bakkal ve anahtarla döndüğünde aklımdan geçenlere engel olamadım. Gencecik bedenleri zehirlerken bana bu kadar yardım etmesi... Tıpkı onun dediği gibi şüphe uyandırıcıydı.

_

Birkaç saniye... Sadece birkaç saniyeyle binlerce insanın hayatı değişti. Karartılan hayatlar için... Kalem çoktan ele alındı.

Girdiği her çıkmaz sokak, onu daha da çıkmaza sokarken onunla birlikte yanındakilere de acımıyor, hatta onları yerle bir ediyordu. O kurtulmak için bir seçeneğe sahipken diğerlerinin seçenekten haberi bile yoktu. Yere göğe sığdıramadıkları adaletleri bu muydu? Seçenekleri yok edip buna adalet demek, pençelerini geçirdiğin cansız bedenlerden hâlâ bir şeyler beklemek... Dişlerinin arasından sızan kanı, kımız sanırken benliğinden arındığını hissetmek...

Beyaz zehir, vücutlarında kol gezerken o, uzaktan eserlerini izlemekten memnundu. Her bir eseri, başyapıttı vesselam. Bu kez başyapıtlarını karalamak için... Kalemle yeni kelâmlar yazılmaya başlandı.

Bilgisayarımı öylece açık bırakarak kalkıp çantamın içinden telefonumu çıkardım. 155'i çevirirken aklıma Alparslan'ın adamla benim evim için anlaştıktan, bakkal evden gittikten sonra söyledikleri geldi.

"Kurnazsın," demişti bana gözlerimin içine bakarken. "Tilki gibi kurnazsın." yalanlamadım ama doğrulamadım da. Sadece gözlerine bakmaya devam ettim. "Bir şeylerin peşindesin. Burada bana bir şey yapamayacağını da biliyorsun."

O an veremediğim cevabı vermenin zamanı gelmişti. Arama kısmına dokunarak telefonun açılmasını bekledim. "Bir ihbarda bulunacaktım." derken hastalıklı bir gülümseme peyda oldu dudaklarımda. Hâlâ hâkim olan gülümsememle telefonu kapatıp bilgisayarımın başına geçtiğimde son satırlarıma yön verdim.

Saçtığı zehir, kımız sandığı kandan kanına bulaştı. Saçtığı zehir, bu kez kendisine pençelerini geçirdi. Kelâmları zehredip kanına karıştırmak için... Kalem artık kırıldı.   

Pars | Ben Katil DeğilimWhere stories live. Discover now