1.2. Alaska'da av olmak

197 27 132
                                    

Ava giderken avlanmak

Gözlerimi araladığım vakit etrafta ölüm sessizliği hâkimdi. Beklediğim buydu. Yanımda bir katilin uyuması mümkün değildi. Zira uykunun huzurlu kollarına sığındığımda ölümün sıcak nefesini yüzümde hissedebilirdim. O nefes, yüzümden boynuma inebilir ve öpücüğüyle işaretlediği boynuma soğuk ellerini yönlendirebilirdi. Uyanmasaydım... O eller nefesimi kesebilirdi. Eğer gözlerimi aralamasaydım...

Ellerimden destek alarak doğrulduğumda başımı geriye çekerek boynumu ön plana çıkardım. Bugün de ölmedim, diye düşündüm sol elimin parmaklarıyla açıktaki boynuma dokunurken. Hâlâ ölmedim.

Kafamın içindeki kargaşa, beni çıkmaza sürüklerken bu çıkmazdan sağ çıkamayacağımı bildiğimden el çektim boynumdan. Bacaklarımı örten yorganı ayaklarımla ittirdiğimde sarkıtarak salladığım ayaklarıma baktım.

Aklım, üç yıl öncesine beni götürürken bir bu anda salladım ayaklarımı, bir de o gecede. Gözlerimin önüne orada geçirdiğim son gün hızla gelirken ellerimi iki yana açarak o andan kurtulup hafiflemek ister gibi bedenimi sırtüstü attım yatağıma.

Sırtımın yaslandığı yumuşak yatak beni gevşetirken kapadığım gözlerimin önünden bir şerit gibi o gece geçtiğinde hızla gözlerimi açıp doğruldum. O anlar beni ölene kadar rahat bırakmayacaktı. O an anladım.

Ayrıldığım yatağımın ardından saçlarımı gelişigüzel bir topuz yaptıktan sonra komodinin üzerinden aldığım sivri tokamla tutturduğumda odamdan da çıktım. Uyuşuk adımlarım, yüzümü sabunlayıp yıkadığımda salona giderek saati arayan bakışlarıma katıldı. Bulduğumda ona geliyordu saat.

Alaska'nın olmadığına, doğrusu bir rüyadan ibaret olduğuna kendimi o kadar inandırmıştım ki birazdan eritilmiş peynir ve taze fesleğenli domatesle güzelce kahvaltımı yapacak, sonra romanımın taslağının bittiğini, romanı getireceğimi söylemek için yayınevini arayacaktım.

Artık sadece beklentilerim değil inandığım şeyler de boşa harcanıyor, Alaska, mutfağımda koca bedeniyle boy gösteriyordu.

Girdiğim mutfakta ocağın başında duran Alaska'ya sorduğum, "Ne yapıyorsun?" sorusunu kaç kez tekrarladığımı bilmiyordum. Ona sürekli bu soruyu sormuştum şimdiye kadar ama aldığım cevaplar arasında hiç elle tutulur bir cevap yoktu. Bunu düşündüğüm vakit gözlerim üzerine kaydı. Takım elbisenin içinde kaç insan yemek pişirirdi? Takım elbisesinin üzerine kaç kişi mutfak önlüğü geçirirdi peki?

"Senin için peynir eritiyorum."

"Eritilmiş peynir yemek istediğimi nereden biliyorsun?" diye sordum bu kez. Alnımda istediğim şeylerin listesi yazmıyordu herhalde, bir şekilde öğrenmiş olmalıydı. Nereden öğrendiyse o yolu da kapatmak lazımdı.

"Seni o kadar iyi tanıyorum ki..." derken bilmişçe bir gülüş vardı yüzünde. Gülüşünü sevmedim. Benim hakkımda ne kadar az şey bilirse ve bundan dolayı ne kadar az gülerse o kadar iyiydi. "İstediğin her şeyi bilirim ben."

Güldüm hadi canım dercesine. Gözüm tezgâhtaki tabakta doğranmış domateslerin ve diğer kahvaltılıkların bulunduğu iki servis tabağına gittiğinde bir ona bir tabaklara baktım. Tekrar tabaklara baktığımda bu kez iki tabağın arasındaki siyah saplı büyük bıçak dikkatimi çekti. Görmediğini umarak bir adım attım bıçağa doğru. Avı, avlamak için ilk adımım bu oldu.

"Nereden öğrendin peki?" diye sorarak dikkatini dağıtmayı düşündüm. Düşünürken de dilimden çıktı zaten. Gözlerim onu kontrol ederken önündeki siyah geniş tavadan aldığı tahta kaşığı bana doğrulttu.

Pars | Ben Katil DeğilimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin