1.2. Av mevsimi

294 48 84
                                    

Pusuya yatmak

Aralanan solgun, kurumuş dudaklardan çıkan yabancı sesin sorduğu, "Kimsin sen?" sorusuna verebileceğim onlarca, aynı kapıya çıkan, farklı cevap saklıydı kafamın içinde, dönen tilki kuyruklarının gizlerinde. Onlarca cevap vardı ama ona verebilecek tek bir cevabım dahi yoktu. Bu sebeple muhtemelen sonsuza dek sürecek bir suskunluk önümüzdeki saniyelerden itibaren beni bekliyordu.

İnisiyatifini aramızda kalan mesafeyi azaltmak için kullanırken, "Seni duydum," diye söylendi. "Gayet konuşabiliyorsun."

Düz bakışlarım ondan ayrılmazken kahvehanede meyve suyu isteyen dilimi kızgın nârların arasına bıraktığımı düşündüm bir an. Bunun düşüncesi bile beni korkuturken hemen kuru kumlar serpiştirdim kötü düşüncelerin üzerine. Farkındalığım ateşi söndürdüğünde boğazıma tokat misali çarpan öksürük dalgasına sonraki birkaç saniye içerisinde esir oldum. Burada ne yapıyordum ben? Yine kendimi kızgın kumlara atıyordum ama bu kez yolun sonunda serin sular var mıydı emin değildim.

Öksürüğüm kesilince, "Ben..." diye mırıldandım bakışlarımı bulutları sıklaşan artık maviliğini kaybedip grileşmiş göğe çevirerek. Yağmurun habercisini selamlarken benden cevap bekleyeni beklettim bir süre. Ona bakmayı reddedip, "Yağmur yağacak." dedim görülen şeyi sözlerime aktararak tasdiklerken konuşmaya karar verdiğimde ve ekledim. "Eve gitmeliyim."

"Sorduğum basit bir soruyu cevaplamak zor olmasa gerek." sıkılgan soluğu havaya karıştığında havanın ısısı birkaç derece birden yükseldi ya da benim paçalarımın yavaştan tutuşmasıyla vücut ısım artmaya başladı. "Sen kimsin?"

"Sorduğun basit sorunun cevabı," diye mırıldandım bakışlarımı ona değdirmekten sakınırken. Etrafta görebileceğim bitişik evlerle iki yanı çevrili dar bir sokakken ondan gözlerimi sakındım. Şu an için dönüp dolaşıp bakacağım oyken ben yine de ondan gözlerimi sakınmayı denedim. Bakışlarımızın, bizden başkasının olmadığı sokakta, uzun vadede birbirinden uzak durmayacağına neredeyse adım kadar emin olduğumdan onca hayhuya fırsat vermeksizin kaçınılmaz sonu yakasından tutarak yakınımıza çektim sonra. "Sandığın kadar basit değil."

"Kim olduğunu söylemek ne kadar zor olabilir?" dedi sesindeki biperva alayla. "Sadece adını söylesen de olurdu."

Avcının ininin girişinde olduğunun farkında olmayışı, cevabıma etkisi büyük cevabı beni cesaretlendirirken küçük bir gülüş eşliğinde, "Deniz..." diye mırıldandım öncekilerden farksızca. "Adım Deniz."

"Bir vapur gibi geçiyor yanımdan, meltemini yüzüme vuruyor adın." açtığım ağzımdan çıkacak sözlere dilim hâkim olmadığında geri kapatmak istedim ki karşımdaki, bu güç duruma fırsat vermeden söylemekten kaçındığım kelimeleri dilime kenetledi. "Adını söylemek bu kadar kolaydı işte."

"Evet..." dedim içimi kaplayan rahatlama hissiyle. "Bu kadar kolaydı." meraklı göründüğümü umarak küçük sesli bir adım attım ona karşı. "Sen kimsin peki?"

"Alparslan Atılay." diyerek beni uğraştırmaktan kaçındığını, adından gelen gücü, sesindeki buradayım diye bas bas bağıran güçle birleştirdiğini gizlemedi. "Alparslan Atılay Çağkan."

Şimdi söyleyeceklerim için cesaretimin bir getirisi olan utancımı sonsuza dek hissetmemeyi diledim içten içe. İlerleyen zamanlarda daha da yüzsüz olacaktım ve bunun için kendimi şimdiden hazırlamalıydım. Açıkçası iletişim kurmakta zorlanmıyordum ki zaten birine bir şey söylerken utanmak benim tarzım da değildi. Yine de birilerinin hayatına paldır küldür girmek öyle kolay değildi. Beni geri çevirme ihtimali de vardı.

"Benimle bir çay içer misin, Alparslan Atılay?"

Sımsıkı kapattığım gözlerimle havayı yararak deve kuşundan hallice gizlendiğimi düşünürken küçük küçük gülüşünün kulaklarıma dolması ve burnumda hissettiğim soğuktan kaynaklı yanma gözlerimin kısa süreliğine yaşarmasına, kırpışarak açılmasına sebep oldu. Karşılaştığım gülümsemeye benzer ifade beni meraklandırırken sözleri keyfimi hepten yerine getirdi.

Pars | Ben Katil DeğilimWhere stories live. Discover now