11.BÖLÜM: "BİLMUKABELE"

6.3K 552 206
                                    



Feryal Hanım, hazırladığı kahveleri hemen önünde duran masanın üzerine koyup ağır bir eda eşliğinde koltuğa, eski yerine otursa bile konuşmaya devam etmek için benim camın önünden yanına kadar gelmemi beklemişti. Mutfakta kaldığı süre içerisinde, dışarıyı izleyerek, anlattığı efsaneyi değil Bera'yı ve ileride olacakları düşündüğüm biliyor misali anlayışlı bir bakışla bakıyordu.

Görmek ve bakmak arasında kocaman bir dağ vardı ve karşımdaki kadın, insanı bu dağın heybetine inandırıyordu.

"Sözün aslı..." derken bakımlı ellerini saçlarına götürerek tokasını düzeltmişti. "Bu efsane Harami Köyü'nden Melet Irmağı vadisine doğru, oldukça keskin ve dik bir sırtın üzerinde duran, acayip şekillere sahip taş yığınlarına ait. Ha, gerçeklik payı var mıdır, bilinmez ancak o şekillerin inandırıcılığı arttırdığı muhakkak."

Yüz hatlarımda tüm bu anlattıklarını garipseyen, tuhaf bir ifade vardı. Dudaklarım buruşmuştu. "Buraya gelirken sözü geçen ırmağı görmüş olabilir miyim?" Kahvesini yudumlarken fincanın altlığını da diğer elinde tutuyordu. "Irmak ya da ona benzer bir şey gördüm diye hatırlıyorum."

Biraz düşünür gibi yaptı.

"Hayır." Mimikleri, ses tonu ile uyumlu bir bilgelik taşıyordu. "Yeşil Irmağı görmüş olabilirsin fakat o, Ordu'yla bağlantılı değil. Samsun civarından geçiyor. Benim bahsettiğim taşları görebilmek için Çambaşı yaylasına doğru gidiliyor olması lazım ki Çambaşı yaylasına gitmiş olmak içinde Kah tepelerinin eteklerinden dolanmak gerek." Tarif ettiği yerlere bayağı bir yabancı olduğumu hatırlayınca usturupluca tebessüm etti. Sıcak bir kadındı. "Yani tamamen zıt yönde. Hatta bizim bulunduğumuz mevkiden biraz daha doğuda kalıyor."

"Anladım." dememin üzerine ikimizinde bakışları -aynı saniyeler içerisinde- yanımıza yaklaşan adama çevrildi.

"Feryal Hanım."

"Doğay Hanım."

Üzerindeki takım elbisenin ceketinden tutarak abartısız bir selam verdi. Elimdeki fincanı masaya bırakırken dikkati hala benim üzerimdeydi. "Arabadaki eşyaları getirdik ve Bera Bey, bunu size vermemizi istedi."

"Ah." Bakışlarım elinde tuttuğu kitapla birleşti. "Teşekkürler."

"Müsaadenizle."

Bir anlığına da olsa Bera'nın eli bel boşluğumdaymış gibi hissederken kitabı avuçlarımın arasına bırakıp bir nevi görevini tamamlamış olan adam, sessizce salonu terk etmişti. Bera'nın es geçemeyeceğim varlığı, tüm bu küçük detaylara olan ilgilimi azaltıyor, yanımda olmadığı zamanlarda bile ısıtabiliyordu.

Duygularım sıcacıktı.

Oluşan sessizliğin içerisinde kirpiklerim birkaç kez göz kapaklarımın üzerinde yalpalayınca parmaklarım istemsizce gevşedi. "Yolda okuyordum da..."

Feryal Hanım kahvesinden bir yudum daha aldı.

"Siz." dediğimde beni yeni duyuyordu. İlgisi benim bilmediğim, başka bir yöne dağılmıştı. "Okumayı seviyor musunuz?"

Sorduğum sorunun ardından ilk saniyelerde parıldayan bakışları azar azar söndü. "Eskiden çok okuyordum. Şimdi sadece tek tük okuyabiliyorum. Şöyle bir gerçek var ki ruh ne kadar genç ve dinamik kalırsa kalsın bedenin bir süre sonra yaşlanıyor." derken geçmişine duyduğu özlem buram buramdı. "Yaşlı olduğunuzu düşünmek hatta dile getirmek için biraz erken değil mi?"

Beni yine duymamış olmalıydı.

Bakışları halen parmaklarımın kavradığı kitabı inceliyordu. Bilgi sahibi ve görgülü bir kadındı. Dudaklarının arasında sessiz kelimeler gezdirirken gözlerinin kenarları normalde olduğundan daha fazla kırışmıştı. Kitaba bakmaya devam etti. "Ah o sevgili, acımasız yürekler!"

HARABE (MAİN)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin