∞ ∞ 34. Bölüm Devamı

16.7K 1.3K 170
                                    

Bir an konsantrasyonu dağıldı, kendini gene eski sandalyede otururken buldu, burnundan kan gelmeye başlamıştı. İdil Hanım'ın asası hala Simya'ya dönük duruyor, her an saldıracakmış gibi davranıyordu. Profesör Güven üzgün bir sesle "Gördün mü? Annene neden ihanet ettiğimi" dedi. Simya anlamak istemese de anlamıştı, Vera ailesiyle tehdit etmişti başka çaresi yoktu. Yine de diğer hiç kimse işkenceye cevap vermezken Profesör Güven onun annesini satmıştı. Profesör eline uzandı, ama Simya elini geri çekti.

"Ben annene ihanet etmek hiç istemedim onu tanırdım, severdim. Vera'nın düşünce değiştirme gibi bir gücü vardı. Ben artık düşüncelerime girmesine engel olamıyordum. Beynimde sürekli oğlumun ve karımın öldürüldüğünü, suçlusunun ben olduğumu söylüyordu. Dayanacak halim kalmamıştı. Annenin kitap aracılığıyla başka bir yere kaçtığını söyledim. O zaman cebinden küçük siyah bir asa çıkardı ve beni lanetledi. Bir ömür acı çekebileyim diye sadece kör olmamı sağladı. Sırf onu biraz uğraştırdım diye" dedi.

Öyle üzgün konuşuyordu ki sesi titrediğinden bazen dediği kelimeler bile anlaşılmıyordu. Belki gözyaşları akmıyordu ama içinden ağlıyordu. Simya daha fazla konuşmak istemedi. Can'a elini uzattı, hiç bir şey söylememişti ama Can gitmek istediğini anlamıştı. Birden İdil Hanım irkildi, asasını daha da havaya kaldırdı.

"Hayır Can o kızla hiçbir yere gitmeyeceksin. Buraya gelmiş annesi hakkında bilgi verdi diye babana kızıyor ama benim kocam onun anne ve teyzesi yüzünden bu hale geldi" dedi nefretle. Gözlerinden ateş saçıyor gibiydi, Vera'nın yaptıkları sanki Simya'nın suçuymuş gibi bir tavırda bulundu. Can kendisine uzatılan eli tutmuştu bile "Çok üzgünüm anne. Ama o benim kız arkadaşım, asla onu yüz üstü bırakamam" dedi çarpıp çıktığı kapının ardında sinirli bir anne ve içi kan ağlayan bir baba bırakarak.

*

Dilek tepesindeki hava daha sıcaktı. Ama hava her an patlayacakmış gibi kara bulutlarla da kaplıydı. Etrafta tek bir hayvan bile yoktu, belli ki çoğu kış diye yuvasından ayrılmıyordu. Simya kırk yıllık çınar ağacının altındaki taşa oturdu, hiç bir şey söyleyecek dermanı yoktu. Gözünü yerdeki çimlere dikmişti.

"Keşke hayvan olsaydık en azından böyle birbirimize düşmanlık etmezdik" diye mırıldandı. Can da yavaşça yanına oturdu, hiç konuşmuyordu. Ne söyleyeceğini bilmiyordu, tam olarak ne olduğunu anlamamıştı ama soracak cesareti de yoktu.

"Sana bir açıklama borçluyum" dedi Simya "Olanları anlatmalıyım. Profesör Arel annemin bu dünyadan kaçtıktan sonra Vera'nın peşinden gitmiş olduğundan bahsetti. Senin baban burada öğretmenken Vera okulu basmış. Annemin nereye gittiğini öğrenmek için babana işkence etmiş. Düşünce değiştirme gücü olduğundan baban çok fazla dayanamamış. Ama onu uğraştırdığından da bir ömür boyu çekmesi için kör bırakmış"

Can duydukları karşısında tutulup kaldı. Sevdiği kızın annesinin ölümüne dolaylı da olsa babası sebep olmuştu ve babasının kör olmasına sevdiği kızın teyzesi sebep olmuştu. İki ucu pisli bir değnek gibiydi. Diyecek bir şey bulamıyordu, hiç kimse suçlu değildi belki de herkes suçluydu ama bu meselenin onlarla ilgisi yoktu. Neredeyse akşam olacaktı, hava daha da grimsi bir renk almaya başladı, yüzünü utangaç bir kız gibi saklayan güneş ortadan kayboldu.

"İstersen okula dönelim" dedi Can suçlu bir ses tonuyla. Elindeki ağaç parçasıyla toprağı eşelerken Simya hiç konuşmuyordu. Elindeki çubuğu ileriye doğru fırlattı, üstü kara bulutlarla kaplı göle doğru baktı. Göl neredeyse kapkara gözüküyordu, aynı yüreği gibi, aklı gibi kararmıştı. Esmeye başlayan poyrazla içi üşümüştü. Can'ın yüzüne baktı.

"Özür dilerim" dedi utançla "Babanın yaptığı şeyi öğrenince sanki sen suçluymuşsun gibi sana patladım" Boynuna sarıldı. "Çok özür dilerim"

BÜYÜLÜ DÜNYA (1. Kitap) (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin