-26-Çarşamba

En başından başla
                                    

Jack.

Onu görmemle aklıma dün olanları gelmesi bir oldu. İstemsizce dudaklarımı ısırdım ve başka bir yöne bakmaya başladım. Umarım dün profesör Dumbledore herkesin hafızasını silmeden önce birisi Jack'e bir şey anlatmamıştır. Ama anlatsaydı bile Jack'in hafıza silinmez miydi? Bilemiyorum. Şuan bildiğim şey, Jack'le bugün fazla karşılaşmak istemediğimdi. Yanında saçma sapan hareketler sergilemek istemiyordum.

Başka bir yöne bakmak demişken, gözlerim Hans'a kaymıştı. Bulduğu biri kumral biri sarışın iki erkekle konuşuyordu. Ama Kristoff'lar gibi samimi değil, daha çok bir merhabalaşmak gibiydi. Ona hala sinirliydim. Nasıl sinirli olmayayım ki? Yapmadığı şey kalmamıştı.

Zihnime onu düşünmemem için bir mesaj gönderdim ve sinirle tabağıma ikinci pankeki yerleştirdim.
Syltherin masasında, Adam'ı görünce bedenimden kan çekilmiş gibi his ettim. Tüylerim diken diken oldu. İstemsizce bakışlarımı bizim masamızda oturan Dante'ye çevirdim.
Düşünme, unut. Sadece unut
Yutkundum ve elim boğazıma kaydı.
Adam ciddi bir şekilde yanındaki dört erkekle konuşuyordu. Surat ifadesi beni geriyordu. Onu bir an için bir canavarformunda hayal etmeye çalıştım. Belle'in anlattıkları, benim rüyamda gördüğüm canavarla eşleşiyordu.
Yaklaşık üç metre, boynuzlu, kahve kürklü.
Derin bir nefes alarak bu sabah yemeğimden başka bir şeye bakmamaya karar verdim ve bardağımı kafama diktim.

Biçim değiştirme dersine girdiğimizde, profesör McGonagall sıraların altına çiklet yapıştıran -sınıfın kabadayı çocuğu Zorak'ı- bir fareye dönüştürmesiyle eğlenceli geçmişti. Tabi bu bizim içindi, Zorak için değil.

Ders boyunca, Jack'le göz göze gelmemeye çalışıyordum. Yapabildiğim söylenemezdi. Ama çabalıyordum. İşe yarıyor muydu? Kesinlikle hayır.

Jack, biçim değiştirme dersinde sol arka çaprazımda oturuyordu ve istemesem de gizlice oraya bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum.

Karanlık sanatlara karşı savunma dersimiz, pekte güzel geçmemişti. Profesörün anlattıkları hem başımızı ağrıtmıştı hemde hiç durmadan ders anlatması çoğu öğrencinin -ve ne yazık ki biraz benimde- canımızı sıkmıştı. Bir de üst üstte iki ders olunca, öğrenciler iyice bunalmıştı.

Diğer derslerimizi de bir şekilde bitirmiş, ve öğle yemeğimizi yerken, o ana kadar okul için her şey normal gitmişti diyebiliriz, ama bir anda Neredeyse Kafasız Nic'in, çığlıklar içinde yemekhaneye gelmesiyle ortalığı birbirine katmıştı. İlk başta kimse ne olduğuna anlam verememişti, sonra ise Nic'in arkasında -nereden geldiğini bilmediğimiz- bir hayalet köpek sürüsünün gelmesiyle yemekhanedeki -profesörler dahil- herkesin kahkahaya boğulmasına sebep olmuştu.

Biz gülerken, Jack'in bana baktığını sonradan fark etmiştim.

İksir dersine geldiğimizde ise, profesör Madam Geny'nin gelmesini bekliyorduk. Ellerinde kitaplarla koşuşturarak sınıfa daldığında Rapunzel'e doğru eğilip "Yine bir şey unuttu galiba" dedim. Kısık sesle güldük.

Madam Geny, Kısa boylu, kısa kıvırcık saçlı, yuvarlak gözlüklü, beyaz tenli ve kırklı yaşlarda sevecen bir profesördü, onun dersinde şamata eksik olmazdı çünkü her ne kadar onu sevsek de, bazı zamanlar unutkanlaşabiliyordu. Çok neşeliydi, ama gerektiğinde çok ciddi biri olabiliyordu.

Normalde, iki tane İksir öğretmenimiz vardı. Biri Madam Geny, diğeri ise, Profesör Julie Walters'dı. Profesör Walters, diğer profesörlerden çok farklıydı. O da kısa boylu, gri saçları olan, ve omuzunda siyah bir karga olan egzantrik bir kadındı. Omuzundaki siyah karga konuşabiliyordu, hatta aslında bakarsanız baya gevezeydi. Normalde, iksir dersimize Profesör Walters'ın girmesi gerekiyordu. Ancak -nedendir bilinmez- okulun ikinci haftasından sonra, Madam Geny'le olan iksir dersimizin sayısı artmış, Proseför Walters'la olan ders saatimiz haftalık bire indirilmişti. Aslında ben bundan pekte şikayetçi değildim. Merida onun dersinde çok gergin oluyordu. Ama bu güne kadar ona nedenini sormamıştım.

BİG HERO 6 (Devam Ediyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin