XXV.DÜĞÜM

818 80 6
                                    

Büyük gün gelip çatmıştı.
Bütün gece neler yapacağımı planlamış, her bir olasılığı düşünmüş ve en ufak bir sorunun çıkması dahilinde operasyonun devam etmesi için B, C, D, hatta H planını bile yapmıştım. Sonuç olarak sabah az bir uykuyla, kafam tamamen partiye planlı bir şekilde uyanmıştım. Bana kalsa daha saatlerce uyurdum ancak başımda dikilen Melanie buna pek müsaade etmez gibi gözüküyordu.
"Saat kaç?"
Gözlerimi ovalayarak yatakta doğruldum. Gün aymış olmalıydı; uyanan Çeviklerin sesini işitebiliyordum.
"Alarm çalalı yarım saat oluyor," dedi. Birkaç adımda yanıma gelip yatağa oturdu. Yatak, oturuşuyla beraber aşağı çökmüştü. "Derse yetişmem lazım. Hazırlanman için çıkmadan uyandırayım dedim."
Esnedim. "Sen harika bir arkadaşsın."
Gözlerini devirse de yüzündeki gülümsemeyi silememişti. Uyumaktan karışan saçlarımı daha da karıştırarak yataktan kalktı ve üzerine kahverengi ceketini giydi. Ceketi, içine giydiği bej rengi askılı bluz ve siyah kargo pantolonuyla uyum içerisindeydi. Bugün sivil giyinmişti; sabah sabah nöbeti olmadığını varsayıyordum.
"Kahvaltı yapmak istiyorsan o küçük k*çını kaldırıp yemekhaneye inmelisin."
Bileğindeki siyah lastikle saçını arkadan gevşek bir topuz yaparken aynadan bana baktı. Homurdanarak yataktan kendimi aşağı attım ve dün ayakucuma fırlattığım gri askılı bluzumu ve siyah pantolonumu elime aldım. Ne kadar uyumak istesem de Melanie haklıydı; dün de pek bir şey yemediğimden açlıktan ölüyordum. Aç Çevikler yemekleri bitirmeden yemekhaneye gitmem, ardından da hazırlanmaya başlamam lazımdı. Bugün dediğim gibi büyük gündü.
"İtiraf et," dedim Melanie'ye. Pantolonu bacaklarımdan geçirip fermuarını çektim. "Bana aşıksın."
Askılıyı yanında giyme cesaretine girişemediğimden onu yatağa geri fırlattım ve üzerimdeki iş görür t-shirtün uçlarını çekiştirip kırışıklığının gitmesi için amansız bir çabalamaya giriştim. Kırışıklıklar gitmeyince de zaman kaybetmenin anlamsız olacağını düşünerek üzerime deri ceketimi giyip t-shirtü kamufle ettim. Karışmış saçlarımı taramayı daha sonraya bırakarak tepeden sıkı bir at kuyruğu yaptım. Melanie dolabın yanındaki kılıcını eline aldığında, "Sana bayılıyorum," dedi. Ona öpücük attım. Dışarı çıkmadan evvel, "Partinin tüm detaylarını bana anlatacaksın," diye beni tembihledi.
Postallarımı giyip bağcıklarını bağladım. Ah, Melanie ve onun bütün bu şaşalı şeylere merakı...
"Tabi, tabi," diyerek onu geçiştirdim. Yarın nasıl bir ruh hali içerisinde olacağımı Tanrı bilirdi. Bu yüzden söz veremiyordum. Kaşlarını çatıp bana baksa da bir şey demedi ve derse yetişmek için koşturarak odadan çıktı. Ben de onun gidişinin ardından adeta uçarak yemekhaneye ilerledim. Yanlarından geçtiğim Çevikler duraksayıp bana selam veriyordu. Gergince gülümseyip sırtımı dikleştirerek yemekhaneden içeri girdim. Hala bu tür bir saygıya alışık değildim. Yine de başa çıkmakta fena değilim diyebilirdim.
Tepsiyi ve çatal-bıçağı onlar için ayrılan yerden alıp tepsimi sürükledim. Yemekhaneci Çevik bana gergince gülümsedikten sonra tepsimin haznelerine yulaf ezmesi, konserve bezelye doldurdu. Bir parça kurutulmuş elmayı da yanına koyduktan sonra tepsimi ilerletip su şişesini kapaklı dolaptan aldım ve onu da tepsime yerleştirdikten sonra boş masalardan birine oturmak için ilerledim. Gözden uzak, yemekhanenin çıkışına yakın bir masaya yiyeceklerimi bıraktım. Kimse beni bu mesafeden göremezdi. Bunun rahatlığıyla sessizce kahvaltımı yapmaya başladım. Çevikler kendi aralarında sohbet ediyordu ancak bu mesafeden onların ne demek istediğini duyamıyordum. Kızlı-erkekli bir grup çaprazımda oturuyordu. Yüzleri tanıdıktı; daha önce onları derste gördüğüme emindim. İçlerinden sarışın olan erkek -adı Roger'dı sanırım- adeta bağırarak konuşmaya başladı.
"Prens tahta oturacak diyorlar."
Yanındaki kızıl saçlı kız bu durumdan hoşnut değilmiş gibi homurdandı. "Prens çok genç değil mi?"
Gruptaki bir diğeri, "Hayır, Kral da tahta çıktığında gençmiş," diyerek kızıl kafanın söylediğine karşı çıktı.
"Ama Kral yaşıyor?" diyerek önemli bir konuya parmak bastı esmer olan. Ağzındaki yulaf ezmesini hızlıca çiğnedi.
"Kral ne derse o," dedi konuyu başlatan sarışın. "Yeni gelecek kral peki, Kral kadar deneyimli olabilecek mi?"
"Robert," dedi kızıl kafa. Çocuğun isminin R ile başladığına emindim, yaklaşmışım demek ki. "Kral da başta deneyimsizdi. Zamanla öğrenir."
"Ama Kral, ölüm üzerine başa geldi."
"Başa geçmek için illa ölüm mü gerekli?"
Robert cevap vermek için ağzını açtığı sırada esmer olan su şişesini havaya kaldırarak, "Kral'ımız çok yaşa!" diye bağırdı. Diğerleri de ona katıldığında yemekhanede "Kral'ımız çok yaşa!" nidaları yankılanıyordu.
Kaşlarımı çatıp çatalımı masaya bıraktım. Az önce bir isyanın bastırılmasını mı izlemiştim? Yoksa yeni Kral başa geçerse olacakların ön gösterimini mi? Her iki türlü de iş ciddi gözüküyordu. Başa geçecek yeni Kral beraberinde bir çok sorunu da getirecek gibiydi.
Daha fazla işler karışmadan oradan tüydüm. Kirlilerimi toplama yerine bırakıp seri adımlarla odama geçtim. İlk önce güzel bir duş alacaktım. Pis kokuyordum. Havlumu ve diğer gerekli malzemeleri kucaklayıp duşlara gittim. Neyse ki duşta kimse yoktu. Sırtımı saklamak için kırk takla atmayacaktım. Rahat bir nefes alarak hızlı bir duş aldım. Saçlarımı da güzelce yıkayıp tahta tarağımla karışıklığını açtım. Lacivert rengi havlumu bedenime sarıp terli kıyafetlerimi ve diğer eşyalarımı da elime alarak odama tekrar geri döndüm. Saç uçlarımdan yere su damlıyordu. Melanie görse bana çok kızardı.
Odanın kapısını arkamdan kilitledim. Kimse gelmezdi ama tedbiri elden bırakmıyordum. İç çamaşırlarımı kurulandıktan sonra giyip parti için dün dolabımın diplerinde bulduğum siyah bir elbiseyi askısından tutarak yatağa bıraktım. Elbise sırtımı tamamen kamufle ediyordu ancak uzun, zarif bir elbiseydi. Üst kısmı asimetrik bir kesimdi ve askıları çapraz gelerek boyunda bağlanıyordu. Eteğin iki kısmı yırtmaçlıydı, bacaklarım aradan göze çarpıyordu. Altına postallarımı giymeyi düşünmüştüm. Elbiseye gidebilecek başka bir ayakkabım yoktu. Elbiseyi askısından çıkarıp fermuarını açtım ve tek elimle etek kısmını tutarak elbiseyi yukarı çektim, fermuarını kapattım. Aynanın önüne geçtiğimde ise yapabileceğim pek bir şey yoktu. Makyaj malzemeleri burada sınırlıydı ve Melanie'ninkileri de harcamak istemiyordum. Onları aile yadigarı bir broşu takas ederek almıştı. Bu yüzden bende olan tek makyaj malzemesini, bordo tonlarındaki ruju sürüp saçlarımın üst tarafını hafif nemliyken kulak hizama kadar ördüm ve arkadan tel tokayla tutturdum. Altları ıslaklıktan kıvrılmış ve doğal dalgalar oluşturmuştu. Bu yüzden taramak yeterliydi. Ruju zamanında Melanie'nin zoru ile antika bir kutu karşılığı Fısıltılardan almıştım. Bir gün ihtiyacımın olacağını söylerek beni ikna etmişti. Sanki bugünün geleceğini önceden hissetmişti.
"Bazen medyum olduğunu düşünüyorum, Melanie," diye mırıldandım. Aynanın önüne bıraktığım Altın Mühür'ü görünmesi için elbisemin göğüs kısmına taktım. Bu partide Altın Mühür sahibi olduğumu göstermem gerekiyordu. Bunun en önemli göstergesi de göğsüme taktığım çiçek şeklinde broştu.
Derin bir nefes alıp aynada kendime baktım. Hoş gözüküyordum; partideki Veliahtlar gibi büyüleyici bir güzelliğim olmasa da yanlarında çok sırıtmayacaktım. Hepsi pullu, yaldızlı olacak ve tenlerinden sim fışkıracaktı, emindim. Kendimi o dereceye getiremez ve sim fıçısına düşmüş gibi gösteremezdim. Yine de çok da aykırı durmuyordum.
Davetiyemi başucumdaki komodinin çekmecesine yerleştirdiğimden çekmeceden giriş biletimi aldım. Davetiye elime ağır geliyordu. Sanki ona yüklediğim anlam, bir kağıttan parçasından fazlaydı. Ki bakıldığında öyleydi; bu bir kağıttan fazlaydı.
Bu benim Eko olarak elime geçecek ipucuya köprüydü.
Bu yüzden de davetiyeden fazlaydı bu.
"Hadi, bakalım," dedim aynadan kendime konuşarak. "Bitir şu işi, Ciara."
Stresle başa çıkmak için birkaç kere derin bir nefes aldım ve kilidi açıp partinin yapılacağı yere, Yuva'ya gitmek için koridorun sonundaki merdivenlere ilerledim.
Dante ile partide buluşmanın daha az dikkat çekeceğini düşünmüştük. Bu yüzden de tek başıma partiye gidiyordum.
"Evet, Ciara," dedim kendi kendime.Basamakları tırmanıp Yuva'nın girişinde bekleyen Çeviklere göz attım. Hepsi ellerinde silah ve kılıçlarla kapıda dikiliyordu. Yüzlerinden gözlerini kırpmadan öldürebilecekleri anlaşılabilirdi. Hepsi en üst düzeyde soğukkanlıydı.
"Kurtlar sofrasına hoş geldin."
Ve böylece partiye girmiştim. Davetiyemi uzatıp başları olduğunu düşündüğüm görevli Çevik teyit ettikten sonra içeri geçmem için bana yol veren Çeviklere hitaben samimi olduğunu umduğum bir gülümsemeyi yüzüme yerleştim ve Yuva'ya adımımı attım.

DÜĞÜMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin