♣6♣

128K 5.6K 1.6K
                                    

Nefes...

Bir yudum su gibiydi. Susarsın ama başucunda suyunu bulamazsın, nefes almak istersin ama alamazsın. Bütün yollar sana kapalıdır.

Her geçen gün daha da nefessiz kalıyordum, alamadığım nefesler göğsümün üzerinde tahtını kurarak oturmuş acınası halime gülüyordu. Nabzım hızlıydı. Saatlerdir yaptığımız antrenman, daha doğrusu ip atlamalarım ve koşmalarım beni oldukça yordu. Yorgunluktan titreyen bacaklarım ve hızlanan nefeslerim eşliğinde Arkın’ın oturduğu yerden boş gözlerle beni izleyişine baktım.

“Manzara güzel sanırım.” demekten kendimi alıkoyamadım. Başını sağ omzuna doğru yatırdı ve gözlerini kırpmadan gözlerime baktı.

“Öyle.” dedi ve ayağa kalktı. Bu cevabını beklemediğimden bocaladım, ne diyeceğimi bilemedim. Zaten ne denilebilirdi ki? Ağır adımlarla yanımdan geçti.

“Bugünlük bu kadar yeter.” demeyi de ihmal etmedi. Bense kaşlarım çatık, ellerim belimde dik dik geniş omuzlarına baktım.

“Ne demek yeter? Sadece ip atladım ve koştum. Nerede savunma ve saldırma dersleri?”

“Dövüşebildiğini biliyorum zaten Mina. Sadece hamsın, seni açmam gerekiyor. Karşıma kendini savunmak için bulunduğunda güçsüz bir kadın görmek istemiyorum.” sesi net ve itiraz istemeyen tondaydı. Hamlığımı saldırı yaparken de giderebilirdik. Fakat bir bildiği vardır diye düşünmekten başka şey yapamıyordum. O önde ben arkada eve girdik. Ben, hızla kaldığım odaya girerek kendimi duşa attım. Terli kalmak çok rahatsız ediciydi. Akan ılık suyun, günahım varsa şayet hepsini beraberinde götürmesini diledim. Bu zamana kadar götürmediğini varsayarsak yersiz bir dilekti lakin umut, hiç biter miydi?

Eğer yaşıyorsam, yaşıyorsan; hala umut var demektir.

Kimi zaman tutunduğum en sağlam dal, kimi zamansa sığındığım limandı. Yolumu görmediğim an en büyük aydınlığım olması bir işaretti zannımca.

Birileri ayakta kalmamı istiyordu.

Tanrı, yaşamamı istiyordu.

Çıplak bedenimden akıp mazgala süzülen suyu boşluğa bakarcasına izledim. Artık parmaklarım fazla suda kalmaktan uyuştuğu için suyu kapatarak duşa kabinden çıktım, havluma sarıldım. Yalnız kaldığım an düşüncelerim beni yiyip bitirmek isteyen kurt gibi kafamın içinde cirit atıyordu.
Yalnız kalmak istemiyordum.

Dudaklarıma sanki kilit vurulmuş gibiydi, açılmıyordu. Ya konuşacak şeylerim yoktu ya da konuşacak birileri. Konuşsam kime konuşacaktım? Kime dert yanacaktım? Neyi anlatacaktım?

Aklıma gelen şeyler dilime varmıyordu, anlatamıyordum. Zaten anlatabilseydim adı bu olmazdı.

Üzerime rahat bir şeyler giydikten sonra odadan çıkarak aşağıya indim. Arkın bahçeye bakan camın önündeydi, telefonla konuşuyordu. Telefonları hiç susmuyordu ve bu gerçekten sinir bozucu bir durumdu. Ben telefonumun varlığını dahi unutmuştum sahi, neredeydi?

“İşi hallettin mi?” diyerek karşı tarafı dinledi.

“O adam bizi bulmayacak Eymen! Bu zamana kadar senden ilk defa bir şey istedim onu da eline yüzüne bulaştırma sakın. Benim için çok önemli.” Eymen’in sesini duymam ile daha dikkatli dinlemeye başladım konuşmayı. Bu ayıp mıydı?

“Umarım dediğin gibi olur. Görüşürüz.” kapanan telefonun ardından hiç benden tarafa dönmedi. Elleri cebinde camdan dışarıyı izlemeye başladı. Ne düşündüğünü o kadar çok merak ediyordum ki...
“Düşüncelisin.” dedim varlığımı belirtmek ve sessizliği yok etmek amacıyla âmâ yine bakmadı bana.

“Aklıma geleni, dilime getirip söyleyemiyorum. Biraz daha içim yansın bugün.” aklına ne geliyor Arkın Sancar? Diline neden gem vurdun? Sende mi aklınla kalbin arasında kaldığı o köprüden atlamayı düşünüyorsun? Ben düşünüyorum, düşünüyordum. Ayağımı boşluğa uzattığımda o boşluktan sen elini uzattın, ben de tuttum. Tutmasaydın şayet şimdi yoktum. Bana daha şimdiden neler kattığının farkında değildi belki, zaman istiyordu.

“Anlatmak istersen, iyi bir dinleyiciyimdir.” neydi bu iyilik meleği hallerim hiçbir fikrim yoktu. Ben Melih hariç kimseyi düşünmezdim ki! Kendimi bile unuturdum çoğu zaman.  Yine kendimi unuttuğum anlardan birindeydim. Dertlerim bitmiş gibi başkasının dertlerine de ortak olmak istiyordum.

“Bir gün...” dedi, derin nefes aldı. Bunu şiddetle yükselen omuzlarından anladım. “Anlatacağım.” diye devam etti. Düşündüğü şey her neyse onu gerçekten zorluyor olmalıydı. Dik omuzları hafif çökmüş gibiydi.

“Pekâlâ, kahve ister misin?”

“Olur.”

Cevabının ardından mutfağa ilerleyip ikimize de kahve yaptım. Rahatlamamıza yardımcı olabilirdi. Yaptığım sade kahveler yorgunluk atmak için birebirdi. Kahvelerimizi yudumlarken ara sıra onun boş gözlerine bakıyordum. Düşünüyordu ama düşünürken bile nötr olmayı başarabiliyor olması onu kıskanmam için yeterliydi. Kederli bir akşamın koynunda gibiydik. Nefeslerimiz sığ, bakışlarımız birbirindeydi. Nedensizce konuşmasını ve saatlerce onu dinlemeyi düşledim. Kelimeleri seçici, düşündürücü ve güzeldi. Ağzından çıkan kelimeleri sanki ilk defa duyuyormuşçasına zihnim bana oyun oynuyordu. Oysaki aşina olduğum kelimelerdi lakin cümle olduğunda göğsümün üzerine oturuyordu her şey.

“Bugün bizi takip eden kişi onun adamı mıydı?” dedim sesime yansıyan nefreti saklama gereği duymadan. Bakışları elindeki kupanın sert yüzeyinde gezindi.

“Evet.”

“Daha ne kadar peşimizde olacak? Durum böyleyken nasıl pusula işini yapacağım?" Haklı isyanım karşısında saçlarını çekiştirip kafasını kaldırdı. Belirgin çenesi sıkılıydı.

"Benden güçlü olabilir ama beni alt edemez. Her şeyi burada başlattım," diyerek işaret parmağını şakağına iki kez vurdu. "Burada bitireceğim. Sen inan, inanmak başarmanın yarısından daha fazlası." Sözleri kurşun geçirmez yelek gibi sertti. "Güç, para veya şöhret değildir. Temeli zihindir. Eğer zihnini yönetebilirsen herkesi yönetebilirsin." Dediğini yapabilmem için rahat ve daha sağlıklı bir kafaya ihtiyacım vardı.

"Beni anlamıyorsun. Konunun sadece korku ile sınırlı olduğunu sanıyorsun değil mi?"

"Öyle. Kendinden korkuyorsun, inkâr edemezsin." Gözleri kendinden emin olduğunu apaçık belli ediyordu. O istediği kadar kendinden emin olabilirdi, ben değildim.

"Ben kendimden ziyade," dedim esrarengiz bir tınıya ev sahipliği yapan sesimle. "Eskiden olmak istemediğim kişiye dönüşmekten korkuyorum. Eğer o kişiye dönüşürsem korkan ben değil, siz olursunuz." Nihayet buraya geldiğimden beri söylemek isteyip cesaret edemediğim o cümle dudaklarımdan döküldü. Mavi gözlerini kara bulutlar kapladı, dudağı ise kıvrıldı.

"O kişiden korkma Küçük Mina. Çünkü onu sen var ettin, senin bir parçan. Yapman gereken ipleri elinde tutmak."

"İpleri elimde tutabileceğime inansaydım eğer zaten kabullenirdim. Benim inancım, kendi sınırlarımı ihlal edene kadar. Bir gün mutlu olabileceğime inanabilirim lakin," dedikten sonra soluklandım ve yeşil gözlerime bir sel gibi akın eden tonlarca duyguyu sırtlandım. "İhlal ettiğim sınırların üzerine yeni sınırlar çizebileceğime kimse inandıramaz beni." Ayağa kalktı, elindeki kupayı cam sehpanın üzerine sertçe bıraktı ve nazik olmaya özen göstererek bileğimden tuttuktan sonra beni de oturduğum yerden kaldırdı. Kalkmadan önce tıpkı onun gibi kupayı cam sehpaya bıraktım ve beni sürüklemesine izin verdim.

Evden çıkıp garaja girdik. Garajın sonuna geldiğimizde karanlıktan gözükmeyen tarafta bir şeylere bastı, saniyeler sonra bir kapıdan geçtik. Artık şaşırmıyordum, şaşırmama imkân verilmiyordu resmen. Nereye gittiğimizi de bilmiyordum ancak bir hışım kalktığına göre önemli bir şeydi.

Geçtiğimiz yerler karanlıktı, önümü göremiyordum fakat o önünü görüyormuşçasına hızla yürüyordu. Kısa bir süre sonra durdu, bir şeyi ittirdi ve oraya yönelip tekrar durdu, aynı şekil de bende.
"Ne görüyorsun?" Dedi hemen arkama geçip nefesini saç diplerimde hissedebileceğim kadar yakınımda dururken. Gözlerim, olduğumuz yerde dolaştı.

"Hiçbir şey, karanlık."

"Bazen görmek için," diyerek dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Işıkları yakman gerekli." Ardından her taraf aydınlandı, dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.
Duvarlarda tonlarca fotoğraf vardı ve ben bu fotoğrafın sahiplerini tanıyordum.

Çocuk Kampı'nın çocuklarıydı. Bilinçsizce öne doğru adım attım. Sağ elimi duvar boyu gezdirerek yürüdüm ve hemen sonra durdum. Çünkü kendimi gördüm. Kadraja boş boş baktığım bir fotoğraftı. Çocuk Kampı, Türkiye'de yasal olarak gösteriliyordu yani sıradan yurt gibiydi. İşin aslı ise tamamen farklıydı. Bu fotoğraf da 18 yaşımı doldurduğum gün çekilmişti. Yeni dosyam hazırlanıyordu, 18 yaşını dolduranlar Ankara'daki Çocuk Kampından alınarak İstanbul'da bulunan Kampa sevk ediliyordu. İstanbul'da işin boyutu çok fazla değişiyor, gençler pis emeller uğruna kullanılıyordu. Neyse ki ben, 18'i doldurduktan iki gün sonra kaçmayı başarmıştım.
Şu an içim, bin parçaya bölünmüş gibi hissediyordum.

Ben kaçabilmiştim, evet ama ya onlar? Yaşıyorlar mıydı? Kaçabilmişler miydi? Yoksa bir canavara mı dönüştürülmüşlerdi? Orada, kimse olmak istediği kişi değildi. Olunması istenilen kişiydi. Zorlamalar, dayatmalar ve daha fazlası. Lakin atladıkları bir şey vardı;

Çocuklar unutmazdı.

Bizi çocukken büyümeye ittiler, bizse çocuktuk, şimdi gerçekten büyüdük. Unutmadım, unutturmayacaktım. Bize yaptıklarının bedelini ödeyeceklerdi.

Biraz geriye gidip tekrar etrafıma baktım, sadece benim fotoğrafımın da içerisinde oldu sağ taraftaki duvar maviydi, diğerleri kırmızıydı.

"Neden sadece burası mavi?" Dedim merakıma yenik düşerek. Omzumun üzerinden ona bakıyordum. Sırtını kapıya yaslayıp kollarını göğsünde birleştirdi.

"Mavi duvarda olanları Çocuk Kampından çıkarabildim ancak diğerlerini kurtaramadım." Cevabı, içimde bir kıvılcım başlattı. Her zerrem delicesine yandı. Sadece beni kurtarmamış mıydı?

Bu... Muazzamdı.

"Sen," dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. "Gerçek misin?" Bir şey demedi, bu durumda denilecek ne vardı ki? Ona sarılabilirdim, ona bu yaptıkları için defalarca kez teşekkür edebilirdim ama yapmadım. Sadece minnettar kaldım. O sadece küçük çocukları kurtarmamıştı, hayallerimizi ve olmak istediğimiz kişileri bize altın tepside sunmuştu.

"Nasıl başardın? Yani, bizi çıkarmayı."

"En çok Eymen'in yardımı dokundu, " dedi ve elini cebine atıp çıkardığı sigara paketinden bir dalı içinden alıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Siyah Zippo ile sigaranın ucunu ateşe verdi. "18 yaşını dolduran gençleri çıkarmayı hedefledik, çocukları çıkaramazdık çünkü yasal olarak bulunup tekrar götürülme riskleri vardı. Risk almayı sevsem de bir çocuğu önce mutlu edip sonra gözlerindeki ışığın sönüşünü izleyemezdim, bu kadar güçlü değilim." Derin bir nefes aldı.

"Bazıları olumlu sonuçlandı bazıları yakalandı." Yakalananlar için kalbimin acıdığını hissettim. Onların üzüntüsü içime işlemişti.

"Peki ya neden sadece beşimizin fotoğrafı büyük boyutta ve ortada?" İkimizin gözleri aynı anda duvarın ortasında duran beş kişinin olduğu fotoğrafa kaydı. Biri Eymen, biri bendim. Diğer üçünü Çocuk Kampından sima olarak tanıyor olsam da isimlerini bilmiyordum.

"Onlar, benim ekibim." dediğinde kaşlarımı havaya kaldırdım. Ortak evin diğer ortakları? Ben bir şey diyemeden onları tanıtmaya başladı. Sağdaki kahverengi saçlı kız ve erkeği gösterdi.

"Kız olan Ezel, erkek olan Yazel. Çift yumurta ikizleri." Diyerek sigarasından derin bir nefes aldı. "Sarışın kız ise Simay. Zaten birkaç hafta sonra tanışmış olacaksınız, şu an isim olarak bilmen yeterli." Onu sadece başımla onayladım.
"Ben?" Asıl merak ettiğim buydu. Neden fotoğrafım oradaydı?

"Aslında farkında olmasan da grubun kurucususun." dediğinde şaşkınlıkla yüzüne bakmaya başladım. "Eymen, benim Çocuk Kampından çocukları çıkardığımı bir şekilde öğrendi ve bana ulaştı. Seni buradan çıkarmak istediğini, eğer çıkarırsam bana her konuda yardımcı olabileceğini söyledi. Ben de kabul ettim, sonrasında bağımız hiç kopmadı. Yazel ve Ezel'i oraya her gelişimde görüyordum, bir süre sonra arkadaş olmuştuk. Simay ile garip bir tanışmamız oldu, eminim sana anlatacaktır." Uzun soluklu konuşmasını dikkatle dinledim, hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyordum. Onlar hakkında bir şeyler öğrenmek nedensizce beni heyecanlandırıyordu. Yüzünü izledim, bana karşı ne kadar samimiydi? Gerçekten yapmak istediği için mi yapıyordu bunları yoksa bir çıkarı var mıydı? Şu an, duvar dibine çöküp yaşadıklarımı gözden geçirmek istiyordum. Sayısız kere düşmüştüm, yaralı olarak hayata devam ediyordum ama ansızın biri hayatıma girerek yaralarım için ilaç olabileceğini, olamasa bile alabileceğini söylemişti. İnanmış mıydım? Defalarca kez inanmak gerektiğini zihnime aşılamaya çalışan adama sadece inanmamış gibi yapabilmiştim. Onu tanımıyorum, beni tanıyordu. Bir sıfır önde olsa da bir şeyler için geç değildi.

Ben, umut etmeyi 5.yaşımda, midem açlıktan ağrırken öğrenmiştim.

Ve biliyordum, 5.yaşım hala benimleydi.

"Çıkalım mı?" dedi ben düşüncelerimle savaşa girmişken. Boş bulunup;
"Nereye?" dediğimde kafasını iki yana sallayıp homurdandı.

"Şapşal kız." onu duymamazlıktan geldim, dudağımı ısırıp ters ters yüzüne baktım ve hızlı adımlarla odadan çıktım. Sinirimi bozmasına izin vermemeliydim. Zira bunu çok rahatça başarabiliyordu.

Düşüncelerimin arasına beni hasta etmek isteyen virüs gibi yayılıyordu her geçen gün. Tedavisini bilmiyordum, önlemimi alamıyordum. Yapabildiğim tek şey kabullenmek ve beklemekti. Ne kadar bekleyecektim? Beni öldürmesine müsaade mi etmeliydim yoksa ısrarla varlığını yok mu saymalıydım?

İçimden bir ses bağışıklık kazanacağımı söylüyordu.
Umarım yanılıyordu. Şayet bağışıklık kazanırsam, asıl o zaman sınırlarımı ihlal edecektim.

Sınırlarımı ihlal etmeye hazır mıydım?

Öyle bir içimden geldiiii
İnstagram :crktulay









Soğuk SessizlikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin