♣5♣

138K 5.6K 1.6K
                                    

Geçmişimin üzerine yağmur yağsa, alıp götürür müydü tüm korkuları mı?

Üzerimden sel geçsin istedim, eskiye dair hiçbir şeyin kalmayacağı kadar kuvvetli bir sel. Önce dudaklarımdan yitip gitti gülümsemelerim, bu başlangıçtı. Sonunu bulamıyordum. Sabahına uyanmak istemediğim bir akşamı geride bıraktım. Ev sessizdi. Hem de olmasını istemediğim kadar sessiz...

Kendimi yaprak gibi hissediyordum. Bir rüzgâra kapıldım, üzerimden insanlar geçti, fırtınalar esti ve artık parçalara bölündüm. Kendimi toparlayabilmem için ya geldiğim yolları geri gidecektim ya da sonraki mevsimi bekleyecektim. Ancak olduğum yerde duraksamaktan başka şey yapmıyordum. Buralardan uzaklaşmak, beynimi zift gibi karartan sorulardan kaçmak istiyordum.

Olmuyordu.

Melih'in toparladığım kıyafetlerine bakarken iç çektim. Gidiyordu. Yaklaşık yarım saat önce bu düşünce nedeniyle birkaç gözyaşı döktüm, ardından bir faydası olmayacağını anlayarak ağlamayacağıma dair kendime söz verdim. Daha dik durmam gerekiyordu. Yıkılırsam bir daha kalkabileceğimi sanmıyordum. Gözlerimin ağına kardeşimin mutlu sureti takıldı. Benim aksime mutluydu çünkü; hayali gerçekleşecekti. Kaburga kemiklerime kadar sığınmış acıdan bir haberdi. Tıpkı uzun süredir sancıyan kalbimden habersiz olduğu gibi.

Valizi doğrultup kapının önüne, duvarın dibine koydum ve Melih’e doğru yürüdüm. Yatağa, hemen yanına oturduktan sonra bana bakan sevgi dolu gözlerine baktım, elimi kaldırıp saçını okşadım.
“Kendine dikkat et ve kimsenin seni üzmesine izin verme. Mecbur kalmadıkça beni arama tamam mı ablacım? Kimsenin nerede olduğunu bilmesini istemiyorum. Güvende olman için ne gerekiyorsa yapacağım.”

“Beni koruyacağını biliyorum. Sana layık bir kardeş olacağım, güçlü duracağım. İyileştikten sonraysa seni koruyan taraf ben olacağım.” dedi omuzları dikleşirken. Gözlerinde gördüm kendi kendine söz verdiğini. Onu başımla onayladım. Bir çocuğun gözlerindedir asıl gerçekler. O benim en büyük gerçeğimdi.

“Biliyorum, benim kardeşim güçlü. İyileş ve gel. Her şey bizim için güzel olacak.” bana sarıldı, ona bende kalan son umutlarımı armağan ettim. Saat 10.00’ı gösterirken evden çıktık, gitme vakti gelmişti. Yıllardır yanımda olan kardeşim benden kilometrelerce uzak bir ülkeye gidecekti ve ben elim kolum bağlı sadece izleyebiliyordum. Sonuca ulaşmak için önce amaçlarımı gerçekleştirmeliydim ve en büyük adımım Melih'ti. Havalimanına vardık, onu yolcu ettim. O gittikten sonra fark ettim ne kadar boş hissettiğimi. Sanki avuçlarımın arasından alınmıştı en değerli hediyem. Olabilirdi, o bana hediyeydi bense hediyemi başkasına emanet ediyordum.

Isırmaktan kanattığım dudaklarıma işkence etmeye son verip arabanın camından dışarıyı izledim. İnsanlar gözlerimin önünden hızla kayıp gidiyordu. Bu bana zamanı anımsattı. Zamanda böyleydi, o an farkında olmazdık ancak geriye dönüp baktığımızda ne de çok birikmişti kaybettiğimiz zaman. Mühim olan değerini bilmek, değerli şeyler için kullanmaktı.

“Sevinmeliydin.” dedi tok bir ses ben düşüncelerimle savaşa girmişken. Gözlerimi ona çevirdim, çenesi sıkılıydı. Gergin gözüküyordu.

“Seviniyorum.” kısa bir an kafasını bana çevirip hemen yola döndü.

“Ancak mutlu olmaktan ziyade sessizsin.”

“Sessizliğin kabulleniş olduğunu söylerler. Ben de sessiz kalarak onun gidişini kabullenmeye çalışıyorum.”

“Sessizlik kabulleniş değildir,” dedi bu düşüncemi reddederek. Kaşları hafif çatılmıştı. “Aksine fırtınanın yakın olduğunu gösterir.” bu da farklı bakış açısıydı. Kişiden kişiye göre değişim gösterebilirdi. Ne gibi bir fırtına çıkarabilirdim ki? Benim kafamın içinde çoktan harabeydi, tüm inşa ettiklerimi yıkıp yeniden temel atıyordum. Bunun farkında mıydı? Yine sessiz kaldım. Son sözü hep o söylüyor olsa da konuşursam bir daha susmayacağımı biliyordum.

Yolu izlerken fark ettiğim detay, eve gitmiyor oluşumuzdu. Yolları az çok hatırlıyordum ve buradan gitmediğimize emindim.

“Nereye gidiyoruz?”

“Atış alanımız var, bizim çocuklarla orada çalışırız. Sana orayı göstereceğim, çoğunlukla orada çalışacağız. Evden yürüme mesafesi olarak yakın ama buradan geçiyoruz diye sapmak istedim.”
“Anladım.” kendi atış alanlarının olması beni şaşırttı. Acaba düzenli olarak mı çalışıyorlardı yoksa eğlencesine mi? Gerçi insan neden eğlencesine çalışırdı ki? Bizim çocuklardan kastı kimlerdi? Neler yapıyorlardı? Amaçları neydi? Her zamanki gibi aklımda tonlarca soru vardı. Sesli bir şekilde ofladığımı onun bana soru sorarcasına bakan gözlerinden anlamıştım. Gözlerimi kaçırarak gideceğimiz yere kadar konuşmadım. Ağaçlık bölgelerden geçtikten sonra araba durduğunda bakışlarım etrafta dolaştı. Ormanın ortasında açık alandaydık. Hemen ötemizde tek katlı ahşap bir ev vardı. Etraftaysa ağaç aralarında bulunan atış poligonları vardı. Kimsenin gelmeyeceği, sessiz ve huzurlu bir yerdi. Arabadan inip ahşap eve doğru ilerledik.

“İçeride kendi dolaplarımız var, senin içinde bir tane yaptırdım.” dedi Arkın ve kapıyı elindeki anahtarla açtı. İçeriye girdiğimizde kaşlarım ilgiyle havaya kalktı. Büyük değil, aksine küçüktü. Gördüğüm kadarıyla mutfak, salon ve lavabo olarak tahmin ettiğim kapı haricinde başka yer göremiyordum. Salonda altı tane ahşap, ince, uzun dolap vardı. Dolabın yanındaysa duvara monte edilmiş masa, masanın üzerindeyse bıçaklar bulunmaktaydı. Hemen orta kısımda sehpa ve koltuklar vardı. Boğucu bir havaya sahipti ev.

“Şu senin.” diyerek eliyle yeni yapıldığı belli olan dolabı gösterdi, elime ise anahtar tutuşturdu. Sabırsızca oraya ilerleyip kapağı araladığımda karşılaşmak istediğim görüntü kesinlikle bu değildi. İçinde, askılara asılmış ya da katlanarak üst rafa koyulmuş kıyafetler olmakla birlikte, kapak kısmında silahlar bulunuyordu. Asılı duran silahlara yutkunarak baktım. Bunlar benim miydi? Ben dilim tutulmuşçasına silahları incelerken Arkın, arkamdan elini uzattı ve kıyafetleri eliyle iterek hemen orta bölmeye eliyle baskı uyguladı. Dolabın ortasından çıkan çekmeceye şaşkınlık içerisinde baktım, bu nasıl bir sistemdi?

“Burada bıçaklar ve şarjörler var. Lazım olduğu zaman kullanabilirsin.”

“Ne için lazım olacak çok merak ediyorum.”
“Şu an sana saldırsam ne yapabilirsin ki?” dedi esrarengiz bir tonda. Gözlerim anında silahlarda gezindi. “Bak, lazım olabiliyormuş demek.” diyerek devam etti. Ters bir şekilde omzumun üzerinden ona baktım. Gözleri yüzümde dolaştı. Yutkunarak önüme döndüm ve boğazımı temizleyerek geriye adım attım. Çıkmak istediğimi anlamış olacak ki arkamdan çekildi. Dolabın kapağını kapatıp ona baktım. Elleri cebinde beni izliyordu.

“Ne zaman başlıyoruz?”

“Eve gidelim, bugünlük evde çalışacağız.”

“Neden?”

“Öyle gerekti.” dedikten sonra arkasını döndü ve etrafa kısaca göz attı. Değişen bir şey var mı diye kontrol ediyor olmalıydı. Sorun olmadığına ikna olmuş olacak ki bana gitmemiz gerektiğini belirten baş hareketi yaptı ve yürümeye başladı. Kapağını kapattığım dolabı kilitledikten sonra anahtarı cebime attım, ardından peşine takılarak evden çıktım. Arabaya bindiğim anda gaza basması kısa bir an nefesimi tutmama neden oldu. Konuşmuyor olmamız alışılmış olduğundan ikimizde bunu yadırgamadık, sessizliğe ayak uydurduk. Başlarda normal hızda giden arabanın hızını arttırması kaşlarımı çatmama neden olurken gözlerimi ön camdan çekerek Arkın’a diktim. Sık sık aynadan arkayı kontrol ediyordu. Merakla aynadan arkamıza baktım. Siyah bir jeep on metre gerimizdeydi.
“Bizi mi takip ediyor?” dediğimde başını aşağı yukarı sallayıp “Evet.” dedi. Telaşla derin nefesler aldım.

“Mina, şimdi senden bir şey isteyeceğim,”

“Ne isteyeceksin?” gözleri üzerimde takılı kaldı. Bense hem ön tarafa hem de arka tarafa endişeli bakışlar atıyordum.

“Torpidoyu aç.” açtım. “İçinden silahı al.” dediğini yapıp silahı sağ elime aldım. “Şimdi yapman gereken şey camı açıp arkamızdaki arabanın tekerlerini patlatmak.” diyerek sustuğunda gözlerimi irice açtım.

“Ne? Ben yıllardır silah kullanmıyorum!” sakince beni dinledi ve biraz daha gaza bastı.

“Patron’un adamlarından biri. Kaldığımız evi öğrenmemeleri için bunu yapmalısın. Yol taşlı, direksiyonu bırakırsam toparlamam mümkün değil.” anlamam için tane tane konuşuyor gibiydi. “Eskiden iyi bir nişancıydın, yapabilirsin.”

Avuçlarımın arasındaki silahı daha sıkı kavradım. Her ne kadar korkuyor olsam da korkunun ecele faydası yoktu. Olacak olanın önüne kimse geçemezdi. Ani gelen cesaret ile camı açtım ve önce kafamı sonra vücudumu camdan çıkarıp oturur şekil aldım. Rüzgâr nefesimi kesecek kadar şiddetliydi. Silahı siyah jeepe doğru uzatıp daha güçlü bir şekilde kavradım ve elimin titrememesine özen göstererek hiç düşünmeden tetiği çektim. Araba manevralar yaparak kaçma girişiminde bulunsa da ikinci sıkışımda tekerleğe isabet etmişti. Aynı noktaya hiç kaçırmadan birkaç kez daha sıkarak arabanın ani frenle durmasını sağladım. Yüksek doz adrenalin ile hızlıca içeri girdim. Dudaklarım kurumuş, saçlarım dağılmıştı.

“Yapabileceğini biliyordum.”

“Sadece biraz şanslıydım.” koyulaşmış mavi gözleriyle izledi beni, dudağında varla yok arası bir kıvrım belirdi.

“Gücünün farkında değilmiş gibi davranman hoşuma gitti.”

Bazen öyle davranmak gerekirdi.
***
Zaman kavramının benden giderek uzaklaştığı, her şeyin tepe taklak olduğu bir dönemdeydim. Saat kaçtı? Günlerden neydi ve aylardan kaçtı? Hiçbirini bilmiyordum. Öylesine boş vermiştim ki hayatı ‘ne olacaksa olsun artık’ diye düşünmeden edemiyordum. Son günlerde başım çok ağrıyor, bedenim artık ya kendini salmak ya da tamamen toparlanmak istiyordu. Ama biliyordum, toparlanmam lazımdı.

Dakikalardır telefon konuşması yapan Arkın’ı boş gözlerle izlemeye devam ettim. Güya antrenman yapmak için arka bahçeye çıkmıştık lakin telefonları susmak bilmiyordu. Isınma hareketlerini yapmış, çimenlerin üzerinde bağdaş kurmuş bir şekilde oturuyordum. Tam olarak ders vermeye hangi hareketlerden başlayacağını bilmediğimden sadece bekliyordum.

“Anlaştık, haberdar edersin beni.” nihayet biten görüşmenin ardından telefonu kapatıp eşofmanının cebine koydu. İkimizde eşofman, tişört giymiştik.
“Artık başlayacak mıyız?”

“Elbette. Mesela işe, ip atlamakla başlayabilirsin.” dediğinde kaşlarımı hayretle kaldırdım.

“İp atlamak mı?”

“Evet.” diyerek kollarını göğsünde birleştirdi, üstten bana bakmaya başladı. “El ve ayak bileklerini güçlendirmemiz gerek.”

“Bunun için daha farklı yöntemler deneyebilirdik,”

“Fakat ben bunu yapmanı istiyorum.” dedi kendinden taviz vermeyen net sesiyle. Sinirle dişlerimi sıkıp ona soğuk olduğunu düşündüğüm bakışlar attım ve geldiğimden beri bunlarla ne yapacağım diyerek sorguladığım iplerden birini elime alıp doğruldum. Bu sırada bize bakan korumaları fark eden Arkın, çatık kaşlarıyla hepsine tek tek baktı.

“Önünüze bakın.”

Korumalar, kendilerine çeki düzen verip doğrudan etrafı gözetlemeye başladılar ve bir daha da bize bakmadılar. Bundan memnun kalan Arkın gözlerini bana dikerek izlemeye başladı.

“Hedef, 700. Başla.” ağzım itiraz etmek için aralandı fakat sonradan fark ettim, biz yolun başındaydık.
Sonunu düşünemiyordum.

İnstagram: crktulay

Soğuk SessizlikWhere stories live. Discover now