♣3♣

143K 5.8K 1.4K
                                    

Yeyyy, ben ve her zaman ben😂 nasılsınız okurşahlarım?

Ben iyiyim umarım sizde iyisinizdir.

Sizi seviyorum.

Bu bölüm düzenlenmiştir.

***

Çocukluğum, Eymen’le geçmişti. O harabede yaşadığım anıların tek güzel tarafıydı  benim için. Çocuk aklımla onu severdim bir zamanlar, hissettiğim şeylerin aşk değil minnettarlık ve güven olduğunu büyüdükçe anlamıştım. Yaşadığımız yerde ne dayatılıyorsa yapmak zorundaydık, aç kalmak istemiyorsak, ölmek istemiyorsak buna mecburduk. Bütün o berbat koşullarda beni bir abi gibi sahiplenmiş ve korumuştu.

“Eymen,” dedim titrek bir nefes eşliğinde. Hüngür hüngür ağlamam an meselesiydi. O kadar dolmuştum ki içimi döksem herkes yasa boğulurdu.
Uzun bir süre de sessiz kaldı, belki de ne diyeceğini bilemiyordu. Biliyordum bu hissi çünkü benim de dilim tutulmuştu.

“M-mina?”

Ben cevap veremeyince devam etti.

“Şükürler olsun ki, iyisin! Mina, lütfen Arkın’ı dikkatlice dinle ve ona güven. Ben, peşinizdekileri halletmeye çalışıyorum. Hızlı bir şekilde toparlan ve ortak eve geçin. Ben izinizi silmeye çalışacağım, her şey durulduğunda da yanına geleceğim.” Elimi kalbimin üzerine koydum.

“Söz mü?”

Sıcacık bir ses tonuyla konuştu, “Kardeş sözü.”
Gözlerim dolu dolu, telefonu kapatıp Arkın’a uzattım.

“Bu kadar zamandır neredeydiniz? Neden beni kurtarmadınız? Daha önce yardım etseydiniz belki bu durumda olmazdım.”

“Sana yardım etmeye çalıştım fakat her şeyin bir zamanı vardı, bekledim. İşte şimdi o zaman geldi,” dediğinde daha fazla bir şey söylemenin anlamsız olduğunun farkına vararak ayaklandım, o da kalktı. Evime kadar sessizce geldik. O dışarıda beklerken ben odada televizyon izleyen Melih’in yanına giderek yanına diz çöktüm.

“Ablam, sana bir şey söyleyeceğim.” Kaşları merakla kalktı. Kumandayı alıp televizyonu kapattı ve beni dinlediğini belirtircesine baktı yüzüme.
Derin bir nefes aldım. “Artık buradan gidiyoruz.” Dediğim anda gözleri irice açıldı.

“Neden?” diye sordu haklı olarak.

“Patron bizi buldu. Sakin ol, korkma. Seni ne olursa olsun koruyacağımı biliyorsun. Bana güveniyor musun?”

O an, gözlerinde gördüğüm ifade nasıl tanımlanır bilmiyorum ama sırf bunun için bile onu ne pahasına olursa olsun korurdum.
“Her şeyden çok...”

Daha fazla konuşmaya ihtiyacım yoktu. Ona gülümseyip ayağa kalktım, kıyafetlerimizi valize doldurdum. Zaten çok fazla eşyamız yoktu, toparlanmak zor olmamıştı. Etrafı son kez kontrol edip Melih’i zorlanarak kucağıma aldım. Uzun boylu ve gelişmiş bir çocuktu. Dışarı çıktığımız anda Arkın, ne zaman getirdiğini bilmediğim arabanın kapısını açtı. Beklemeden Melih’i arka koltuğa oturttum ve yanına yerleştim. Araba, dakikalar içerisinde hareketlendi ve yola koyuldu.

Sessizliğimin içinde sorular oynaşıyordu.
Patron, bizi yine bulacak mıydı? Arkın bizi koruyabilecek miydi? Eymen ne zaman gelecekti? Kardeşim ameliyat olacak mıydı ve ben ne yapacaktım? Cevaba muhtaç tonlarca soru…
“Abla? Nereye gidiyoruz?” dedi daha fazla dayanamayan Melih. Kahverengi saçları oldukça uzamıştı, kesilmeye ihtiyacı vardı. Tıpkı saçları gibi kahverengi olan gözleri iri iri açılmıştı.
“Daha güvenli ve daha güzel bir eve...” Kaşları hafif çatıldı. On dört yaşında ki bir çocuğa göre olgun olsa da soru sormak ve cevaplarını almak onun için önemliydi.

“Nasıl yani? Evimizin nesi vardı ki? O adam yüzünden değil mi?” Sorusu ile bakışlarım ansızın dikiz aynasından Arkın ile kesişti. Yüzündeki anlayışlı ifade bana güven veriyordu. Hoş, Eymen olmasaydı onunla şu an bu arabada olur muydum bilmiyordum ama Patron’dan kurtulabilmek için her şeyi yapabilirdim. Gençliğim bir karmaşadan ibaretti ve artık ipleri elime alma zamanım gelmişti. Önceliğim Melih’ti, sonrasında kendim için bir şeyler düşünecektim.

“Evet.” Gözleri büyürken nefesini tuttuğunu gördüm. Patron’dan nefret ediyordu.

“O adam bizi yakalayamaz değil mi abla?”

Gülümsedim.

“Arkın ve Eymen abin bizi koruyacakmış.”

“Eymen abim mi? O burada mı?” dediğinde sadece başımla onaylayarak daha fazla soru sormasını istemediğimi belli eden bir ifadeyle yüzüne baktım. Beni anlamış olacak ki sessiz kalıp arkasına yaslandı ve camdan dışarıyı seyretmeye başladı. Aynı şekilde bende cama dönerek dışarıyı izlemeye koyuldum.
Camın yansımasından gördüğüm feri gitmiş ve düşünceli gözler bana biraz yabancıydı. Şu üç günde hiç yıpranmadığım kadar yıprandığımı hissetmem normal miydi? Tekrar kötü yollara düşme endişesi vardı içimde. Patron’un üzerimde hakkı yoktu. Neredeyse yirmi üç yaşına gelmiş bir kız olarak kendi kararlarımı kendim alabilirdim, kimse beni bir şeylere zorlayamazdı ancak korktuğum şey zaten kendimle alakalı değildi ki... Melih’e zarar vermesinden ölesiye korkuyordum. Onu buralardan uzaklaştırmak, kimsenin bilmediği yerlere göndermek istiyordum.

Keşke böyle bir fırsatım olsaydı. Burada kalıp savaşabilirdim, mücadeleye küçük yaşta başlamıştım ama o yanımdayken, kardeşimi bana karşı kullanabilirlerdi. Buna izin veremezdim, vermezdim.

Yarım saat kadar sonra, iki katlı fazla büyük olmayan ancak göz dolduran bir evin önünde durduğumuzda heyecanlanmıştım. Artık burada mı yaşayacaktık?

Arabadan indikten sonra, takım elbiseli bir adamın valizleri alarak eve götürdüğünü, başka bir adamın ise arabayı garaja sokmasını izledim. Arkın, benden izin isteyerek kucaklamaya çalıştığım Melih’i aldı. Heyecanla etrafı süzen kardeşimin sorularını hiç rahatsız olmadan yanıtlıyordu.

Beraber kapıdan içeriye girdiğimizde oldukça sade olan bir salon karşılamıştı bizi. Hemen sağ tarafımda portmanto, biraz ilerisinde de yukarı çıkan merdivenler vardı. Birkaç basamakla salona indik. Sol tarafta TV Ünitesi, hemen önünde cam bir sehpa, L koltuk ve iki tane tekli koltuk vardı. Sade ama güzel bir evdi.

Arkın önümden ilerleyip Melih’i nazikçe koltuğa oturttu ve bakışlarını bana çevirdi.

“İsterseniz önce bir yemek yiyelim, yoldayken masayı hazırlatmıştım.” İtiraz etmeden başımla onayladım.  Sıkıntıdan günlerdir doğru düzgün yemek yiyememiştim, artık biraz olsun gevşemem gerekiyordu.

İyi şeyler düşünürsem, iyi şeyler olabilirdi.
Arkın tekrar Melih’i kucaklayıp banyoya götürdü ve elini yıkatarak geri getirdi. Onların ardından ben de elimi yıkayarak mutfağa yanlarına gelmiş ve yemek masasına oturup hazırlanmış yemekleri sessizce yemeye başlamıştım. Melih’in tabağına karnını iyice doyurması için sürekli bir şeyler koyuyordum.
Yemekten sonra, karanlık çökene dek, sanki sıradan bir günmüşçesine ikisi beraber televizyon izlediler. Ben de Arkın’ın yönlendirmesiyle kalacağımız odaya gelmiş, kıyafetlerimizi dolaplara yerleştirmiştim. Burası daha çok kız odası gibi görünüyordu. Karşılıklı koyulmuş iki yatak ve iki kıyafet dolabı vardı. Buranın yeni boşaltıldığı, burnuma gelen parfüm kokusundan belliydi. Anlaşılan bizden önce başka birileri burada kalıyordu. Burası ortak evdi. Bu ortaklığa tam olarak kimler dâhildi bilmiyordum ama içlerinden en az bir tanesi kesinlikle kız olmalıydı.

Her şeyi hallettikten sonra tekrar salona döndüm. Melih elindeki telefonla oyun oynuyordu. Muhtemelen Arkın’ın telefonuydu. Anlaşmaları beni sevindirmişti.

İçim, açmak üzere olan bir çiçek gibiydi, umarım çiçeğimi soldurmazlardı.

Tekli koltuğa oturdum. Kendimi aşırı derecede yorgun hissediyordum. Hâlim gözlerimden okunuyor olmalıydı ki Arkın dikkatle bana baktı.
“İsterseniz dinlenin. Melih’in de uykusu gelmiş gibi,” dedi, esnemekte olan kardeşimi işaret ederek.
“Kesinlikle dinlenmeliyiz,” deyip doğrulduğumda benimle birlikte o da ayaklanmıştı.

“Melih’i ben çıkartırım.” Sesi, itiraz istemeyen bir tondaydı. Zaten itiraz edecek değildim. Gerçekten kendimi yorgun hissediyordum, bıraksalar saatlerce belki de günlerce uyuyabilirdim. Bu sefer ben önde o arkada merdivenleri sessizce çıktık. Melih’i mor örtülü yatağın üzerine bıraktı, üzerini değiştirecektim.

“Şey, iyi geceler o zaman, bir şeye ihtiyacın olursa seslen.”

“İyi geceler.”

O odadan çıktıktan birkaç dakika sonra ne olur ne olmaz diye düşünerek kapıyı kilitledim. Uykulu uykulu bana bakan Melih’e pijamalarını giydirdikten sonra pikeyi kaldırıp onu altına soktum ve üzerimi değiştirip yatağa girdim.

Yarından ve sonrasından beklentilerim büyüktü. Çünkü hayallerim de büyüktü. Artık huzurlu yaşamak istiyordum, mutlu olmak ve kardeşimle gönül rahatlığıyla dolaşabilmek…
Ne de olsa hedefler, sonuçlara giden ilk adımdı ve bir adım atarsam devamının geleceğine inanıyordum.


...
Gün doğmuş, güneş bütün güzelliğiyle tepede parlıyordu. Uyanır uyanmaz camı açtım, havanın düne göre daha ılık olması sanki bana her şeyin güzel olacağı sinyalini şimdiden veriyordu. Sahi olacak mıydı?

Odadan, Melih’i uyandırmamaya dikkat ederek çıkmıştım. Üzerimdeki eşofmanlarla aşağıya inmek umuyordum ki ayıp olmazdı. Mutfağa girdiğimde amacım kahvaltı hazırlamaktı ama geç kalmıştım. Saat henüz dokuz bile olmamıştı ve sofra hazırdı.

“Günaydın.”

Arkın, oldukça dinç bir şekilde karşımdaydı.

“Günaydın, erkencisin.”

“Evet, kalktım da sporumu bile yaptım.” Henüz yeni duş aldığı ıslak saçlarından belliydi.

“Anladım,” dedim gözlerimi kaçırdıktan sonra.
“Ben, Melih’i uyandırayım.” Diyerek yanından geçecektim ki koluma dokunarak beni durdurdu.
“Birkaç dakika konuşalım mı? Sana danışmam gereken bir konu var.”

Biraz şaşırsam da ne söyleyeceğini merak ettiğimden arkasından yürüyüp salona geçtim. 

“Konu, Melih.” Diye başladığında merakım daha fazla artmıştı.

“Evet, dinliyorum.”

“Dün gece, bir arkadaşımın aracılığıyla birkaç doktorla görüştüm. Melih’in durumundan bahsettim bugün hastaneye gitmemiz gerek. Biliyorsun yapılması gereken çok kritik bir ameliyat ve bu konuda ki en iyi doktorun Los Angeles’ta olduğunu söylüyorlar. Gerçi zaten sen bunları biliyorsun. Şimdi son kontrollerin yapılması ve onu Los Angeles’a göndermemiz gerek.”

Kalbim gürültüyle çarptı.

“Ben yanında olamayacak mıyım?”

“Bu sizi tehlikeye sokar. Melih’i güvenli bir şekilde yurt dışına çıkarmamız gerekiyor… Ayrıca seninle başlamamız gereken başka bir işimiz var. Bu konuda endişen olmasın, onunla istediğin her an irtibatta olabileceksin, ayrıca orada güvenliği de sağlanacak. Eymen her şeyi ayarladı.”

Sözleri güven vericiydi. Mantıken bakınca Melih için buradan uzak olmak daha sağlıklıydı. Hatta bu dilediğim şeydi. Burada olabilecek herhangi bir şey onun psikolojisini daha çok zedeleyebilirdi.

“Ne kadar kalacak?”

“Bu konuda net bir şey söyleyemem. Ameliyatın ardından doktorun vereceği karara bağlı.”
Biraz sakinleşmek için pencerelerden görünen gökyüzüne baktım ama mümkün değildi. Ondan ayrı kalma fikri bile, kendimi kötü hissetmeme neden oluyordu. Gerçi onun kılına zarar gelse yapabileceğim şeylerin büyüklüğünden ben bile korkuyordum.

“Tamam. Onun için en doğrusu neyse o olsun. Ancak ona en küçük bir zarar gelirse her şeyi hiçe sayarım,” dedim benden beklenilmeyecek kadar kararlı ve sert bir ifadeyle.

“Anlaştık. Senin konuna gelirsek...” Arkasına yaslandı. Biraz düşünceliydi.

“Kısa çaplı bir eğitim aşamasına girmemiz gerekiyor. Kendini savunmak için Çocuk Kampı’nda eğitim almıştın yanlış hatırlamıyorsam ancak paslanmış olmalısın. Melih, gittikten hemen sonra çalışmalara başlarız.”

Duyduğum her şeyi hafızama not ederken biraz endişeli, çokça heyecanlıydım. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ancak her şeye çok çabuk uyum sağlayabilen bir insandım. Bunun üstesinden gelebileceğimi düşünüyordum. Arkın, ayağa kalkmadan önce tekrar konuştu.

“En büyük kural, daima cesur olmak! Çünkü cesaretin bittiği yerde esaret başlar.”

***Bölüm Sonu***

Kitabın yeni versiyonu bu. Benim içimesindi umarım sizinde sinmişdir. Çok fazla değişiklik olacak ama merak etmeyin hiçbir şey çıkarılmayacak. Sadece daha da güzelleşecek kitap.

Sosyal meyda hesaplarım:

İnstagram: crktulay
Kitap instagram: queen_hikayeleri
Twitter: gulsah_tulay

Soğuk SessizlikWhere stories live. Discover now