Onu sahte bir samimiyetle onaylayarak basamakları çıkmaya başladım. Aşağılık herif! Beni katil olduğuma inandırmış olması yetmiyor, bir de gözümü korkutmaya çalışıyordu. Hadsiz! Şeytan diyor ki merdivenin başından kafasına zıpla, sarı saçlarını yolup ağzına tık.

Ali'nin keskin bakışlarının esareti altında merdiveni tırmanırcasına çıkıp odaya girdiğimde kendimi direkt yatağın içine bırakmıştım. Sakin kalmaya çalışırken yorganı sıkıca kavradım. Tekrar kaçmam gerekiyordu ve bu kez kimseye güvenmeye niyetim yoktu. Bir şekilde, direkt olarak eve ya da polise gitmenin yolunu bulmalıydım yoksa başkalarının elinde piyon olup duracaktım.

Asır, cehennem; Ali, cennet, demiştim. Ne yanılgı ama! İkisi de şeytanın kafasındaki boynuzdular. Hangisinin daha beter olduğunu henüz bilmiyordum ama öğrenmeye de niyetli değildim. 

Sabaha kadar kısa aralıklarla uyumaya çalıştım. Her şeyin kontrolünü elimde tutmam için her şeyden haberimin olması gerekiyordu. Savunmasız olmamam lazımdı. Bu yüzden bir anda üzerime oynanacak koza engel olmalıydım. Sabaha kadar evden hiç ses gelmedi. Hava aydınlandıktan sonra yaklaşık iki saat geçmiş olduğunu düşünüyordum. O sıralarda evden bir kapı açılıp kapandı. Bir süre su sesi duydum. Ardından benim kaldığım odanın kapısı açılınca uyuyormuş gibi yaptım. Gelen kişinin yatağa yani bana yaklaştığını fark ettim. Şu an bir anda boğazıma sarılıp beni öldürebilirdi. Canımı alıp güya Asır'ı deli edebilirdi.

Fakat düşündüğüm gibi olmadı. Yorganın dışında olan elimin üzerinde bir el hissettim. Yüzüme vuran nefesin sıcaklığını, saçlarıma dokunduğunu ve hemen ardından yüzümdeki yaralara dokunan ellerini hissettim. Canım hafif acısa da belli etmedim. Uzun bir rüyanın içindeymiş gibi huzurlu gözüküyordum, emindim. Sonra bana dokunan ellerin sahibi yani Ali konuştu. Fısıldıyordu. Bu korkutucu muydu yoksa çok mu şaşırtıcıydı?

"Elime geçen kozların güzel olmasından nefret ediyorum. Asır'ın mı canını yaksam yoksa canıma can mı katsam karar veremiyorum. Umarım yanımda olmayı seçersin yoksa benim de canım yanabilir."

Bunları söyledikten sonra elini saçlarımda gezdirerek kalkıp odadan çıkıp gitti. O çıkar çıkmaz, kapı kapanır kapanmaz olduğum yerden kalktım. Önüme düşen saçımı arkaya atarak nefesimi dışarı bıraktım. Resmen bir katilin daha eline düşmüştüm. Onun tarafını seçmez isem beni öldüreceğini söyledi. İşte ne demiş Poyraz Karayel, hepsi manyak bunların!

Ne yapacağımı bilmiyordum. Çaresizdim, son günlerde olduğu gibi. Nasıl kaçacağımı, onları nasıl kandıracağımı, canımı nasıl kurtaracağımı hiçbirini bilmiyordum. Belki de bu son kaçış olurdu. Sonunda ya ölüm olurdu ya da mutluluk...

Parmaklarımı geçirdiğim saçlarımı, hıncımı alır gibi karıştırdım. Onun saçlarıma da tenime de dokunmasından nefret ediyordum. Yalanlar sıraladığı bir kadının odasına hangi cesaretle, nasıl bir düşünceyle öylece girip saçma sapan cümleler kurabiliyordu? Bunlarda hiç insani bir düşünce yok muydu, bu kadar mı pis düşüncelere sahiptiler?

Sakin kalmaya çalışarak, dün gece şöminenin önünde kuruyan kıyafetlerimi söylene söylene giydim. Çantamdan çıkardığım yara bantlarını, siyah pantolonun yırtılan diz kısmının üzerinden yaralı dizime ve alnımdaki yaranın üzerine yapıştırdım. Nemlendirici kremimi çıkararak yüzüme ve ellerime sürdükten sonra bu kez huzur dolu bir nefes bıraktım. Şimdi daha iyi ve güçlü hissediyordum işte.

Şu durumda yaralarımı ya da kuruyan cildimi düşünmem aptallık gibi görünebilirdi ama bunlar, en çok da benim durumumda önemliydi. Motivasyona ihtiyacım vardı ve elimde yalnızca nemlendiricim, birkaç yara bandım varken çok fazla seçeneğim yoktu. Bu pisliklerden ve muhtemelen öldürmek için beni arayan Asır'dan kurtulmak adına çok daha fazlasına ihtiyacım vardı.

17 NUMARA | KİTAP OLDUWhere stories live. Discover now