İstanbul !

116 86 9
                                    

Arayan numara Ömere aitti.
Fakat konuştuğum annesi olmuştu.

" Oğlum , öksüz Ömerim trafik kazası geçirdi. Yoğun bakımda... "

Duyduklarımdan sonra telefon elimden düşmüş, uzanmıştım olduğum yere.

Bendeki yalnızlığı kıskanan bir illet vardı. Adı acı diye bilenen, hüzün diye okunan. Yalnızlığıma karışmadan duramazdı. Yalnızlığı takip eder hep bulaşırdı yüreğime. Yüreğimin kara lekesi , çıkmaz lekesi olmuş bir acı illeti.

Bilet kesmiş Ömere doğru giderken sarılmıştım dualara. Benden önce Ömere dokunsunlar , benden önce yüreğine tutunsunlar diye.

Son durağa geldik diye bir ses gelmiş. Ayak basmıştım hayallerimin başladığı noktaya. Ne garip bir durumdaydım , anlam veremeyecek kadar güçsüz ve kendinden yoksun bir adamdım artık.
İçinde hayat ve yaşamı kurduğum koca hayallerimin başkenti olan İstanbul. Bütün hayallerimi bir bir çalıyordu benden.Belkide bu yüzden zengindi insanların gözünde.

Koca bir haykırış içinde bulmuştum yüreğimi. Haykırıyordu İstanbul katiline.

" Eyy taşı toprağı altın İstanbul !

Söylesene kaç insanın hayallerini çaldın" diye.

Hastahaneye gitmiş Ömerin annesini bulmuştum. Gecelerin en saklı dostuydu. Gözlerinden düşen gözyaşlarından çoktan olmuştu. İki elle sarılmıştı yüreğine. Sol yanını koparıp sarılacak gibiydi. Gözyaşları dayanabilir miydi bu feryada.
Kuraklık vurmuştu gözlerine. Gözyaşları düşmeden kuruyup gidiyordu artık. Çünkü Ömer Ömer can çekişiyordu. En büyük hayaline çok yakındı belkide.

Bir bardak suya sığdırdığı baba hayali , özlemi , hasreti burnunda tütüyordu Ömerin. Gökyüzünün göze hoş gelen mavisiyle aşk yaşayan ay kandırabilirdi bu çocuğu. Hayallerine gel diye kandırabilirdi kardeşimi. Ömer zaten dünden razıydı bu kavuşmaya...

Annesine seslendiğim gibi sarılmıştı bana.

" Ömer , Ömerim Ömerim beni bırakıp gidiyor Buğra... "

Ömer kokusuyla  sarılmış, fısıldamıştım kulağına annemin...

" Bizi bırakıp hiç bir yere gidemez annemm.
Daha peşinden koştuğumuz hayallerimiz var bizim. Sözünü tutar kardeşim , yarı yolda bırakamaz bizi.

Bizim çok büyük bir silahımız var. Dualarımız var , bizi duyan Rabbimiz var annem. Dua edelim kardeşime. "

Yüreği dualarla dolmuş taşmış bir anneyi dualara davet etmekten başka hiç bir çarem yoktu. Çarelerin en büyüğü en güzelide buydu zaten.
Oturmuş haber bekliyorduk, tükendiğine inanmadığımız umutlarla birlikte.

İçimdeki ses yeniden çıkmıştı ortaya. Kendi kendime konuşuyordum...

İstanbul nasıl başarıyorsun sen öyle. Kimisinin çocukluk kahramanı , hayali , kimisinin ise katili , son sözü olabilmeyi.
Kimisine yaşam , kimisine zindan olabilmeyi nasıl başarabiliyorsun İstanbul...

Dalgalarında Lavinyanın çığlıkları , haykırışları duyulan şu koca denize bakıp sevdiklerine aşkla bağıracak kadar sarhoş olabilmeyi , saf kalabilmeyi nasıl öğretiyorsun şu insanlara..
Milyonlarca insanın hayallerini boğmuş , nefessiz bırakmış , ölüm kokan bu suları nasıl sevdirebiliyorsun  bu insanlara...

İstanbula kaybettiklerimi  anlatsam yeterdi belkide sınıfı geçmeye. Anlatmak için gerek yoktu yaşadığım şeylerin kitaba dönüşmüş halini okumaya...

Maviye aşık olan  yüreğim küsmüştü artık maviye. Annemin göz kapaklarındaki renge aşık olmuştum. Kuruyan gözyaşlarının gölgesine aşık olmuştum. Ben artık sadece siyahı seviyordum.
İhanete uğramıştım mavi tarafından. Hayallerimizi kullanarak Ömeri koparmaya çalışıyordu bizden. Hissedebiliyordum. Ömerin en zayıf noktasıydı baba sesleriyle dolu hayallerine koşturarak gitmesi...

Ahiretliğim Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin