10.Bölüm : Gölgelerimiz Beraber.

Bắt đầu từ đầu
                                    

"Gölgelerimiz birlikte." Yazdım.

"Düşünsene biz de yan yanayız. Yani... bir gün... Sana hep çok büyük konuştum değil mi? Bir tane daha geliyor şimdi. Seni bir gün bu çatıya çıkaracağım İzmir. Yan yana duracağız, duvarda iki gölge olacak. Bizim gölgemiz." Kalbim acı içinde teklerken cevabını yazdım,

"O duvarda zaten iki gölge var Ege. Bizim gölgemiz. Ben gölgeme baktığımda seni de görüyorum artık. İçimde bir yerlerdesin. Ben de senin içinde değil miyim? Ufacık da olsa bir yerlerde." Bekledim. Uzun uzun cevap yazmadı, ama ekrandan da çıkmadı. O yazana kadar bekledim, sonra yavaş yavaş yazdı.

"İçimdesin... İzmir Ege'dedir, sen de bendesin."

Büyük depremler önceden hissedilir derler. Kuşların ötüşü değişir, köpekler durmadan havlar. Uzmanlar yıllar öncesinden uyarı verir. Büyük deprem geliyor manşetleri ekranı sarar. Ne zaman geleceğini, nasıl geleceğini kimse bilmez. Tek bildikleri geleceğidir, ve o deprem gelir. Şimdi aynen öyle hissediyorum. Kuşlar farklı ötüyor, köpeklerin havlayışı değişti, uzmanlar uyarı veriyor, kafamın içi bas bas bağırıyor deprem geliyor İzmir kaç diye. Ege'nin bana hissettikleri, benim ona hissettiklerim bir felaketten başka bir şey değil. Bir felakete doğru gidiyoruz, görmüyor musunuz? İki insanın kavuşamayacaklarını bile bile birbirini sevmesi intihardır. Niye buna izin veriyoruz?

"Bazen soruyorum kendime," yazdı Ege,

"Bu dünyada ne için varım, niye geldim, yaşama amacım ne, neyden kaçıyorum diye... Artık bu soruyu sorduğumda ara ara aklıma sen gelir oldun. Belki senin için geldim bu dünyaya. Yapayalnız bir ömür geçirdim. Yapayalnız. Hep sordum, hiç mi kimse olmaz bu dünyada benim varlığımı fark edecek. Hiç mi kimse olmaz çıkıp da 'Aaa, sen de bu dünyadasın!' diyecek. Olmadı. Kimse olmadı. Kimse. Sonra seni gördüm. Ve sen beni yapayalnızlığımdan kurtardın. Sessiz sedasız hayatıma yazdığın harflerle ses oldun. Bu yüzden ben mesajlarını okumuyorum, duyuyorum İzmir. Mesajlarının bir melodisi var."

İçimden bir ses bas bas bağırıyordu "Kaç!" diye, devam ediyordu. Bana bağlanıyordu, hissediyordum. Ona bağlanıyordum, bunu da hissediyordum. Ne yapabilirdim bilmiyordum, şimdi ona yalnızlığını bitiriyormuşum gibi gelirken beni sevmeye başlayıp kavuşamadığında yalnızlığını daha fazla hissedecekti. Söyledikleri o kadar bendi ki... O kadar beni anlatıyordu ki dünyada benden bir tane daha vardı sanki. Allah onu da almış dünyanın bir ucuna atmıştı. Aramızda şehirler asfaltlar adalar ülkeler denizler... Oysa ne şehirlerin ne asfaltların ne adaların ne ülkelerin ne denizlerin haberi vardı kendilerine rağmen Ege'ye hissettiğim tüm bu duygulardan.

"Ege," Yazdım telaşla, "Kapat bu konuyu. Lütfen... Kötü hissediyorum..." Sonra kendimi tuttuğum, yazdığım anda kendimden nefret ettiğim o soruyu sordum,

"Ege... Sen neyden kaçıyorsun?"

Çevrimiçi... Çevrimiçi... Çevrimiçi...

Dakikalar geçti, cevap yok. Sormamalıydım, sormamalıydım. Zamanı gelince anlatacağına emindim ama soran taraf ben olmamalıydım.

"Tek söyleyebileceğim bir daha geri dönemeyeceğim bir şeyi ardımda bırakarak gittiğim. Sen benim dünyadaki yasak bölgemdesin İzmir. Tüm dünyayı gezsem dolaşsam bir dakika uğrayamayacağım tek yerdesin." Ne olmuş olabilirdi, bir suçu mu vardı? Bir suç mu işlemişti? Ailesi neredeydi? Neyden kaçmıştı, neden geri dönemeyecekti? Kafamdaki binlerce soruyu içime attım ve yutkundum.

"Başka hiçbir şey sormayacağım. Zamanı gelince anlatacağını biliyorum."

"Sorma..." Yazdı ve devam etti,

3391 KilometreNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ