Mesafe

375 26 6
                                    

Karşımda ölüm meleği gibi duruyordu. Herkes şok içindeydi. Arkamızda birikeceğinden emin olduğum iblis ordusunu bekliyorduk sessizlikte. Toprak duvar çoktan zemine geri dönmüştü. Xavier ile göz gözeydik ve o gözlerde yabancı bir şeyler vardı. Karanlık ve kararlıydı ama aynıydı da. Bana bir uyarıydı bu. Onların tarafında görünüp kaçmamı isediğinden değildi, geçekten öfkeliydi. Andreas'a baktım, durumu anlamıştı. "İblisler gelmeyecek" diye fısıldadı güçlükle, mırıltısı bile etrafımızdaki nefrete çarpıp yankılanmıştı. Ölümünü bekleyen oydu ama şu durumda içimi rahatlatan bir şey vardı; görüntülerdeki Xavier'in yokluğu açıklanıyordu. Öldüğünden değil, güvende olduğundan yanımda değildi. Sırıttım ve Andreas'a baktım. Mesajı almıştı, gitmeliydik ama küçük bir korkutma gösterisiyle. Anında havaya fırlayarak ayağının altında oluşturduğu hava desetği ile orada asılı kaldı, ben de elimdeki hançeri çevirip Xavier ile göz göze gelmeden kendimi bir alev topuna çevirdim, herkes bir adım geri çekilse de aralarından birkaç ateş kullanıcısı aksine üzerime doğru geldiler ama onlar da Andreas'tan çekiniyordu. Ateş ve hava, dünyanın en güçlü ikililerindendi. "Uzaklaşın!"  diye seslendim. "Size zarar vermek istemiyoruz ama görüntüler, bunun aksini gösteriyor! Beynimizden o zımbırtılar çıktı çıkalı daha farklı görüntüler görmeye başladık! Ama haberiniz olsun, bizi burada yakalar yahut öldürürseniz hemen ardından büyük bir iblis saldırısı olacak. İblisler aç ve sizin kanınızı istiyorlar!" dediğimde Olivia bu çabama gülmeye çalışsa da ben bir yaz tatilimi oyunculuk kursunda geçirmiştim, inandırıcılığım olduğunu biliyordum. Geri geri yürümeye başladım. Xavier bana donuk gözlerle bakıyordu, bocalamış görünüyordu daha çok yanıma gelmek istiyor ama gururu, nefreti ona engel oluyor gibi görünüyordu. Tiksiniyordu işte benden, her zaman da tiksinecekti. Ucubenin teki olduğumu biliyordum ama aylardır görüntülerin üstesinden onun sayesinde geliyordum. Jade'in ölümünü bu sayede kolayca atlatmıştım ve onun yanımızda olmadığı görüntülerde ölmüş olabileceği gerçeğini kokusunu içime özgürce çekebildiğimden takmamıştım ama şimdi sanki aramızda kilometreler vardı ama aslında elimi uzatıp iki adım atsam ulaşabilirdim ona ve bu olmayan mesafeler öldürüyordu beni. Gözümde biriken yaşları geri ittim ve derin bir nefes alarak içinde bulunduğumuz durumun Andreas'ın öldüğü görüntülere ne kadar benzediğini düşünmeye çalışan beynimi susturdum. Buradan gitmeliydim bir an önce. Korkudan altıma etmek üzereydim ve artık Xavier, beni telkin etmeyecekti. Ne zaman görüntüleri bu kadar çok düşünsem tekrar ediyor, ya yeni görüntüler görüyor ya da artçı sarsıntılar gibi rüyalarımda bombalıyorlardı zihnimi tekrar tekrar. Çürümüş insanların kesif kokusu burnuma doluyordu rüyalarımda ama sonra Xavier'in kokusu ciğerlerime tekrar dolunca unutuveriyordum herşeyi ve şimdi o benim değildi. Belki de asla gerçekten benim olmamıştı. Sadece kollarında avunurken o kollarda kaybolmuş, onu arar hale gelmiştim, asla gitmeyeceğim derken yalan söylüyor olması acıtıyordu canımı. Bile bile yakıyordu canımı işte ve ben biliyordum ki asla eskisi gibi olmayacaktı hiçbir şey. Alev alev yanıyordum ama tenimde gezinen alevler değildi yakan,onun kalbindeki buz yakıyordu canımı. Geri geri yürümeye başladık ve arkamızı dönüp koşmaya başladık. "Umarım" dedim içimden "Umarım sırtımdan vururlar beni ve ölürüm şurada. Sadece Andreas kurtulur şu delilikten ve ben, kendi karanlığıma koşar hale gelirim" 

Ama kimse arkamızdan ne elementle ne de herhangi bir silahla vurdu ve birdenbire kendimizi ara sokaklara karışırken bulduk son kez arkama döndüğümde Olivia şüphe ile karışık bir hayranlıkla Xavier'in o duru mavi gözlerini incelerken Xavier, onun yüzünü ezberlercesine okuyordu yavaşça. Sonra kendilerine gelip bizi yakalamaya çalışacaklardı, sadece şaşkınlardı ve bundan istifade etmeliydik, ben de işe deniz feneri gibi parlamayı bırakarak başladım, Andreas çoktan ayaklarının üzerine inmişti zaten. Çantalardan biri Xavier'de kalmıştı ve ne yazık ki paramızın büyük çoğunluğu onda kalmıştı, aynı zamanda tek yemek stoğumuz da ondaydı. O yüzden hemen bir markete dalıp, o halimize rağmen yiyecek stoğumuzu tamamlayarak bir telefon klübesi bulduk ve sokakların arasında küçük bir sığınak bulana kadar dolandık. En sonunda evsiz bir adamın yaptığı sığınağı boş olduğunu umarak yakından incelemeye kalktığımızda Andreas sendeleyerek iki adım daha atmaya çalışma çabamı görmezden gelemedi ve bedenini bana yaslayarak bana destek olmaya çalıştı. Kurduğu uyduruk barınakta sığındığını anladığımız evsiz adam çıkarak eksik dişlerini bize gösterdi ve zayıf bedenine rağmen Andreas'a yardımcı olarak sığınağının altına bizi aldı. Ondan korkmaya bile halimiz yoktu. Altmış yaşlarında gibi görünüyordu, üzerinden keskin bir koku yayılıyordu ama kesinlikle bilmediğimiz bir dilde konuştuğundan emin olamıyorduk. Anlamadığımızı anlayınca gülümsedi ve el işaretleriyle bize iyi olup olmadığımızı sordu, aynı şekilde yanıtladık ve üç paket ton balığı çıkarıp aramızda paylaştırdım. Eğer ki kaçmak zorunda kalabileceğimizi bilmesem şurada sarhoş olup hiçliğe karışırdım ama onun yerine bize minnetle bakan evsiz adam ile sessizce ellerimizle balığımızı yedik, adam çok aç olmalıydı ama uzun süre aç kalanlara özgü sakin bir acelecilikle yiyordu yemeğini, sindire sindire ama sabırsızca... Yemeğimiz bittiğinde adam iyice yana kayarak bize yer açtı ve çantalarımıza sarılarak oraya kıvrıldık, Andreas beni kollarının arasına aldı ve omzuna yattım, bir an tereddüt etmeden hem de, çünkü o benim ağabeyim gibiydi ve beni şu an sadece o teselli edebilirdi. O an üzerimde Xavier'in tişörtlerinden biri olduğunu fark ettim ve gözümden bir damla yaş düştü. Onu silemeden ikincisi ve ardından üçüncüsü. Kaldırabileceğimden fazlasıydı bu. Evsiz adam elini omzuma koydu ve gülümsedi. Adamda değişik bir yardımseverlik ruhu vardı, hayatta muhtemelen kimse ona yardım etmemişti ama tamamen yabancı iki kişiye yardım ediyordu. Yüzüne bakıp kendimi gösterdim ve hıçkırıklarımın arasında "Eliza!" dedim. Adımı anlamış gibi tekrar etti ve kendini göstererek "Antonio" dedi. O da buranın yabancısı olmalıydı. Aynı şekilde Andreas da kendini tanıttı ve beni iyice kendine bastırdı. Boğazımda bir acı vardı. Sanki kalbim atma nedeni kalmamış da vücudumu terk etmeye çalışıyormuş gibi boğazıma tırmanmış ve orada takılıp kalmıştı. Çığlık atmak, her yeri alev alev yakmak istiyordum. İhanete uğramış gibiydim ama başından beri onu Olivia'nın tarafında bırakıp güvende olmasını istemiyor muydum? Yine de bu şekilde beni karşısına alması içten içe ölmeme sebep olmuştu. Andreas ile başımı kaldırdığımda göz göze geldim ve o an o tanıdık his geri geldi, uyku Andreas'ın gözlerinde kök saldı ve dakikalar içinde uykuya daldım. Yeni güne uyandığımda Antonio'nun bizim üzerimizi elindeki tek battaniye ile örttüğünü fark edip ona gülümsedim ama bu bir teşekkür ifadesiydi. Mimik yapamayacak kadar boş hissediyordum. Andreas'ı uyandırıp hemen ayaklandık. Ondan önce çantamdan kağıt-kalem, sahip olduğumuz paranın üçte biri sayılacak yeterince yüklü miktarda para ve beş adet de konserve çıkarıp Antonio'nun eline tutuşturdum. Kağıt ve kaleme adımı, soyadımı ve numaram ile adresimi yazdım. Ellerimle ona yıkanmasını, bilet alıp o adrese gitmesi gerektiğini söylemeye çalıştım. Uzun bir yolu vardı ama para ona kıyafet ve bilet sağlayacak kadar fazlaydı, ayrıca yolda iki tane hamam benzeri yapılar görmüştüm, temizlenebilirdi. Sonra başka bir kağıda bir not daha yazdım ve eline tutuşturdum. Olur da giderse, aileme durumu kanıtlayabilmesi için. Bu adama minnettardım ve iyi olmasını istiyordum. Gözleri şiş, neyden kaçtığı belli olmayan bir kıza ve yanındaki perişan haldeki daha yaralı çocuğa elindeki hiçlikle yardım edecek kadar büyük kalpli bir adamdı. Başını 'tamam' anlamında son kez daha salladıktan sonra ona sıkı sıkı sarılıp ağlamaya devam ettim, keşke bizimle gelebilseydi. Oradan ayrıldık, umarım bir yolunu bulup kaçak göçek de olsa en fazla 12 saatlik yolu aşıp evime varabildi. Varmazsa ömür boyu onu düşünecektim. 

Ankesörlü telefon bulup babamı aramak üzere numarayı çevirdim. Yanımdaki telefondan Andreas da ailesini arıyordu. Bu süreçte ağzını bıçak açmamıştı ama o adam hakkında yaptığım ve düşündüğüm her şeyi onayladığını biliyordum. 

Artık eve gitsem de bir evim olmayacaktı. Benim evim, beni terk edeli tam olarak dört saat on iki dakika olmuştu...

Kaçış [Bir Delinin Günlüğü-1]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin