İlk kar tanesi

661 45 3
                                    

******************************

Ellerimi omuzlarına koydum ve başımı göğsüne yasladım. "Sana ondan daha çok ihtiyacımız var ama seni kaçıramıyorum" Dudaklarımız buluştu ve "Ne gördün?" dedi nefes nefese Gözlerimden yaşlar geldi. Onu gördüğümü söyleyemezdim ki... "Sonra anlatırım dedim" Sonra koşarak Andreas'ın beni beklediği yere ilerledim. Xavier arkamdan baktı, gözerlini sırtımda hissettim ama peşimden gelmedi.

******************************

Andreas beni eve bırakmadan önce kendini biraz kötü hissettiği için arabayı kenara çekip başını direksiyona yasladı ve bir süre sonra bana dönüp "Bu önemliydi çünkü eminim ki senden daha iyi bir şey görmedim. İblislerle savaşıp kendimi kurban ediyordum. Bana erişmeye çalıştın" dedi. Yanakları yanımızdan geçen arabaların aydınlattığı caddede kırmızı görünüyordu. Ben de kızarmıştım "Şeyden sonrasını gördün mü? İblislerden sonrası..." diye fısıldadım. İlgiyle bana döndü. Anlaşılan cevap 'hayır'dı. "Ben arkadaki o Çiftlikten olan insanları ateşe veriyordum, bize yardım etmediler diye, korkup bizleri öne attılar ve ölüme terk ettiler diye. Her şey gerçeğe çıkıyorsa ben bir ateş kullanıcısı olmalıyım" dedim. "Ben de hava." dedi. "Kendi açımdan baktığımda iblisleri sanki benden iter gibi uzaklaştırdım, hava etrafımda dalgalanıyor gibiydi" "Keşke Avatar çizgi filminde olsaydık. Ben dünyayı geçirmiş olurdum" diye mırıldandım ama beni duydu ve "Ben de Avatar olarak seni tahtından ederdim" diye yanıtladı. Avatar benim asırlardır izlemeyi bırakamadığım takıntılı olduğum tekrar tekrar izlediğim çizgi filmdi hatta tek çizgi filmdi ve Xavier onu aptalca buluyordu. Andreas'ın yalnız kaldığı anlarda gizlice yapmaya çalıştığı şeyi uluorta yaparken gördüm, telefonunu çıkarıp geniş ekrandaki kıza bakıp iç çekti ve "Biliyor musun" diye mırıldandı "Burada olabilse yardım ederdi. Kendi canımı onun ellerine teslim edebilirdim ama başka kimse bana o kadar güven vermedi" Korktuğum soruyu sordum "O kim?" Başta cevap vermedi ve iç çekip resme bakmayı bırakana kadar sessizlik içinde bekledik. "Norveç'ten annemin memleketi olan şehre taşınmadan önceydi. Babam oralı benim, burada tanışmışlar ama aslen oralı olduğu için evlendiklerinde orada yaşamaya başlamışlar. Helene ve ben bebeklikten itibaren birbirimizi tanıyorduk. Daha çocukken âşık olmuştum ona. On dördümde olmama rağmen hayatım onun üzerine kuruluydu. Onu bir gece öptüm. Sonraki bir hafta gerçekten çok güzel geçti.Sonra ortadan kayboldu ve iki hafta sonra öldüğünü öğrendik. Ona çarpan araba onu... toplayıp bir yol kenarına atıvermiş. Bulmak kolay olmamış. Sonra ben kendimi toplayamadım. Küçük olmama rağmen tek arkadaşımı ve gerçekten sevdiğim birini kaybetmek bana çok dokunmuştu. Orada her yer sinirlerime dokunmaya başlamıştı. Okul aynı okuldu ama o yokken sinir bozucuydu işte. Asabi biri oldum. Kimseyle konuşmuyordum. Önce kasaba değiştirdik ama konuştuğum dilden bile nefret ediyordum. Yemek yemeyi bıraktım, zayıfladım. Sonra buraya şehre taşındık ama bir kere geldiğimiz kasabayı çok sevdim ve burada göle yakın dağın eteğindeki o eve yerleştik ama hala aldığım nefesler beni incitiyor." dedi. Şaşkınlıkla onu dinliyordum. Bir insan buna nasıl katlanabilirdi, hem de hiç kimseyle paylaşamadan. "Çok konuştum ve bunların aramızda kalacağına yemin et" dedi hafif aksanıyla "Patlamak üzereydim ve anlatıverdim, anlatmam gerekirdi ama iblisler beni öldürdüğünde onu görmüş olmam gerçekten memnun olmamam beni incitti. Özellikle o sarışın Süpermen’in bundan haberi olmayacak anlaşıldı mı?" derken koltukta dikleşmiş arabayı çalıştırmıştı. Söz verdim ve beni eve bıraktı. Eve girer girmez annemlerin film izlediğini gördüm. Selam verdim, gecenin güzel geçtiğini ve çok yorgun olduğumu söyleyip odama çıktım ve Xavier'i aradım. 

Elbette bana görüntüleri sordu ve son kısmı atlayarak ona anlattım. Orayı Andreas bile bilmezken ona anlatamazdım. Ertesi gün buluşmayı planladık. Bundan sonra eğitim başlayacaktı. Haftanın belirli günleri mutlaka gelmek zorundaydık. Andreas ve bana hangi elemente eğimliysek bulunduktan sonra bunun eğitimi verilecekti. Bir de dövüş ve silah kullanma eğitimleri. Lanet süreçte bir tek şu silah ve sövüş eğitimi için heyecanlıydım zaten. Silah dediğim de tabanca değil yakın dövüş silahlarıydı, hançer ve kılıç mesela. Nedenini bilmesem de Xavier'in bundan bahsettiği o üç saniye bunun için heyecanlanmaya başlamıştım. Üzerimden elbiseyi çıkardım, makyajımı sildim ve makyaj-elbise ikilisine o an elveda dedim. Duşa bile giremeyecek kadar şoktaydım. Camın dibinde olan ağaçtan ve soğuktan dolayı camı kapattım ve evin sıcak olmasından dolayı her zaman giydiğim şort-tişört takım pijamalarımı giydim. Tişörtte rock'n roll yazıyordu ve gri şort ile birleşince bence çok tatlıydı. Ayaklarım çıplaktı. Annemlerin yattığını duydum. Uykum olmadığından kulaklıklarımı takıp bilgisayarımı açtım ve film izlemeye başladım. Kasabada insanlar saat 8de uyurlardı saat 12 olduğundan hepsi ölü durumdaydılar yani. Andreas arabayı bırakmak için dönmüş olmalıydı o yüzden merak edip mesaj attım ve Xavier'in nezaket gösterip şu an onu eve bıraktığını söyledi. Gerçi nezaket kelimesi cümlenin hiçbir kısmında geçmiyordu ama önemli de değildi. Demek ki toplantı bitmişti. Andreas'ı bırakmadığını düşünüp onu hemen aramadım ama toplantıyı anlatması için onu arayacaktım muhakkak. Odam evin arkasındaki büyük bahçeye ve ilerisindeki ormana bakıyordu o yüzden karanlık odama gölgeler vuruyordu. Sadece duvardaki yıldız şeklindeki lambalar yanıyordu. İzlemiş olmama rağmen çok sevdiğim bir film olan Truman Show'un tam ortasındaydım ve geçen dakikalarda kafam dağılmıştı ki cama biri tıklattı. Yerimden fırladım ve karanlıkta tanımadığım kişiye doğru adım attım. Katiller ve hırsızlar tıklatmazlardı o yüzden yataktan fırlarken elime sert bir cisim almamıştım. Sonra bunun hata olduğunu fark edip beysbol sopasını aldım elime. İmzalı numuneyi severdim ama kendi canım daha değerliydi. Camdaki tekrar vurdu. Camın dibine gidince onun Xavier olduğunu fark ettim. Ağacın dalı ince olmasına rağmen odama atletik hareketlerle daldı. Hiç ses çıkmamıştı. Gülümseyerek "Senin burada ne işin var?" diye fısıldadım. Ellerini belimde birleştirip beni öptü ve sonra uzaklaşıp "Konuşalım diye geldim ve uyumadığına çok sevindim" dedi. "Toplantıda sizin eğitiminiz pek tartışılmadı. Sizin görüntülerinizi baygınken kaydedebilen bir alet yapıp görüntüleri paylaşmayı planlıyorlar. Size sorulması gerektiğini savunduk çoğumuz ama Olivia ısrarcı. Sen ne düşünüyorsun?" "Emin değilim Xavier kafam çok karışık" Beni tekrar kollarına aldı ki odamda olduğu gerçeği beni germesine rağmen hoşuma gitmişti, iki oda ötede anne ve babamın boğuk horlamaları duyuluyordu. Uyuyor olmaları iyiydi ama buraya gelmeleri ölüm demekti. Bir ara kalemle topladığım saçlarımı açtı ve dağıttı. Tekrar aramızda duvarlar olduğunu unutmak hoşuma gitmişti. Elini bırakmadan ondan uzaklaşıp "Seni özledim" dedim. Ne kast ettiğimi anlamıştı. "Bende" dedi. "Tahmin edemeyeceğin kadar çok hemde. " Sonra odamdaki ikili koltuğa oturdu ve ben de ayaklarımı toplayıp yanına kuruldum. "Burada olmam sorun sanırım, gitmeliyim" dedi. "Bu akşam buradaki büyükannemde kalacağım. Yakın sayılır, yarın da okul yok o yüzden senin yanına gelirim, sabah hava güzel olursa gölün oraya gideriz, yemekler senden" dedi. Gitmek için ayaklandı ama kolunu tutup onu geri çektim ve esnerken "Biraz daha kal" dedim ve omzuna yaslandım. Elimi tuttu ve boştaki eli yatıştırıcı bir biçimde saçlarımla oynamaya başladı "Yanında kalacağım, ne olursa olsun, kimi karşıma almam gerekirse gereksin seninleyim" dedi. Sonra  uyuyakalmıştım. 

Uyandığımda yatakta yatıyordum, Xavier gelmeden önce kurduğum alarm çalınca uyanmıştım. Bilgisayarım kapatılmış, çalışma masamın üzerindeydi. Xavier'in beni omzundan kazıyıp yatağa taşıdığını hayal meyal hatırlıyordum. Doğrulduğumda yastığımda bir not kâğıdı vardı ve Xavier'in el yazısıyla "Mutlu uyan" yazıyordu. Ayı olduğunu onu tanıdığımdan beri belli ediyordu, içinde beslediği bir ayı gerçekten vardı ama ayının kalbi erimiş çikolata ile kaplıydı sanırım. Gülümseyip başucumdaki çekmeceye yerleştirdim notunu. Kışları koşu için giydiğim uzun eşofman altı ve beyaz kazağımı giyip üzerine siyah kışlık yeleği giydim. Cebime telefonumu koydum ve aşağı indim. Annemler henüz uyanmamıştı. Saçlarım hala temiz olmasına rağmen atkuyruğu yaptım ama hala tam uzamamış olan katlar yüzümün iki yanına düştü. Onları kulağımın arkasına sıkıştırdım, sandviçleri hazırlarken yeleğimi çıkardım ve sırt çantama sandviçleri koyup dışarı çıktım. Hava düşündüğüm kadar soğuk değildi. Hızla yürüyerek koşuya başladığım yere geldim. Xavier ortalarda yoktuk. Andreas büyük ihtimal uzak bir yerde koşuyordu, bir iki aydır koşuda karşılaşmıyorduk. Beş dakika oturup gölü izledim ve Xavier yanıma oturunca onu öyle bir karşıladım ki saçlarımı kazıtırsam bir keşişe dönüşeceğimi söyledi. Görüntülerde onu kaybediyordum ve bundan o kadar korkuyordum ki yüzüne dikkatle ve sevgiyle baktım. Saçları karmakarışıktı, anlaşılan uyanamamıştı. Saçlarını düzelttim ve güldü. Sonra hafifçe öptü beni. Buna alışabilrdim. Gülmekten neredeyse öpemiyordum onu. Çantamdan sandviç çıkarıp kucağına attım ve sessizlikle onu yemeye başladık. Gün çoktan doğmuştu ama doğa yeni uyanıyordu. Gölün kenarında bir kurbağa zıpladı. Bir kuş hafifçe öttü. "Uyurken konuşuyorsun" dedi Xavier. Utançla göle baktım. Bunu daha önce de duymuştum ama söyleyen annemdi, sevgilim değil. "Ne dedim" diye mırıldandım. Sesim incecik çıkmıştım. Omzuna yaslandığımdan gülünce başım hafifçe sallandı. Gülüşü derin ve hoştu. "Beni kaybetmekten korktuğun ve iblislerle ilgili bir şey... İlk kısmı hoşuma gitti ama ikinci kısım pek hoş değildi." dedi. En azından sevimli bir şey demiştim sanırım. Doğrulup "Öldürdüğün canavarlar görüntüdeki iblislerdi değil mi?" dedim. Başını salladı. "Düzinelerce öldürdüm. Her yerdeler. Gerçekten göremezsin, insan kılığında değiller ama nasıl desem farklı bir boyuttalar gibi düşün. Ara sıra insanlardan beslenmeye gelirler, bizim gibi insanlara, sıradanlara değil. Sayımız sadece çiftlikten ibaret değil, dünyada birkaç merkez daha var ve saldırılar son derece sık. Kendimizi savunabiliyoruz ama onlar geri gelmeye devam ediyorlar ve çoğu zaman birileri yem oluyor." dedi. Gözümün önüne Andreas'ın ölümü geldi ve titreyerek onun yanına sokuldum. Konuyu kapattı. Gülüştük, güzel bir sabah geçirmiştim. Benimle eve kadar yürüdü, başımın üzerinden öpüp ıslık çalarak uzaklaştı. Kendi kendime gülüp eve girdim. Annemler dün geceden habersizdi, keyifle kahvaltı yapıyorlardı. Annem fazla nazikti ve bu korkunçtu. Babam bile neşesinin altında gerginlik saklıyordu. İkisine de selam verip duş aldım ve kahvaltıya sonunda yetişip hemen atıştırdım. Saçlarımı kurutup Xavier'e mesaj attım. O da üzerini değiştirip bu kez arabayla beni almaya geldiğinde aradan iki saat geçmişti ve babam onu sevmesine rağmen yüzünü buruşturdu annem ise "Sanki biz farklıydık" diye mırıldandı. Babam ise bana "Düşün" dedi "Ben onu anneannenin evinden alıyordum" gülüştük, annem ise sadece sırıttı. Dışarı çıktım ve ceketime sıkıca sarıldım. Arabanın dışında bekleyen Xavier camdan bakan anne ve babama başıyla nazikçe selam verdi. Arabaya bindik ve bir kafeye gittik. İçeri girip sıcacık kahveler sipariş ettik. Gülüştük, ellerimi hiç bırakmadı. Mutluydu, ta ki bir kar tanesini yere düşerken görene kadar.  Heaven'da hava böyleydi, sabah erken saatlerde havadan memnun bir biçimde otururdunuz ama birden kar da yağabilirdi, çığ da düşebilirdi. Xavier zorla yutkunup bana baktı ve zorla

"Kehanet..." dedi "Her şey başlıyor olmalı"

Kaçış [Bir Delinin Günlüğü-1]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin