Bölüm 3-Ulaşılmaz

1.3K 74 11
                                    

*********************************

Kapıyı açar açmaz, bahçenin girişinde tanıdık olmayan gölgeyi görünce durup kaldım. Heaven'da tüm gölgeler tanıdıktır çünkü. Küçük kasaba insanları birbirini nasırlarından bile tanıyabilir. Gölge bana doğru ilerlerken derin bir nefes aldım. 

*********************************

 

Gölge bana yaklaşırken birden kim olduğunu anladım. Zayıf ama güçlü, geniş omuzlu ve bıkkın yürüyen sadece tek bir kişi olabilirdi; Andreas. Tam o sırada gök gürledi. Heaven böyledir, birdenbire fırtınalara teslim olabilir. Verandaya adım atmadan önce "Gelebilir miyim?" diye mırıldandı. Ağırlığımı bir oraya bir buraya verirken verandadaki sallanan koltuğu işaret ettim. Ben de yanına kuruldum. "Aslında buraya neden geldiğimi bilmiyorum" dedi "Bana deli diyeceksin biliyorum ama serviste seninle konuşma derdindeydim. Ama sonra vazgeçtim. Sonra da az ilerde inip buraya geri döndüm. Ben... Ben bayıldığımızda bir görüntü gördüm" dedi. Rahatlamış ama bariz bir biçimde utanmıştı. "Delirmediğimden eminim ama-" lafını kesip "Ben de gördüm" dedim. Sesim incecik çıkıyordu ki bundan nefret ediyordum.

"Deli gömlekleri ile oturuyorduk" dedim

"Beyaz derin bir oda. İki sandalye. Sadece ikimiz. Sonra seni orada bırakıp çıkıp gidiyordum". Dedi

"Hayır hayır. Ayaklarımın dibine düşüyordun. Birdenbire beyaz kumaşa göğsünden başlayan kanlar dolmaya başlamıştı."

Bir an için sessizlik oldu "Ben beyaz bir ışığa gidiyordum ama, huzurluydum. Çok huzurluydum" dedi. Omuz silktim "Saçma sapan bir görüntü işte, boş ver önemli değil. Hiç bir anlam ifade etmiyor." Sonra birden bire o tanıdık gelmeye başlayan buz gibi his ayaklarımdan kafama doğru tırmanmaya başladı. Tırmanırken gezindiği yerlerde kaslarım işlevsiz hale geliyordu. Sallanmaya başladım. Andreas da durumu çalmış olmalı ki beni zorla kucakladı ve sallanarak eve girmeyi başardı. Beni yere serdi ve kapıyı kapadı. Bilincimi kaybetmeden önce o da küt diye yanıma yığıldı.

Bir çayırda uyandım. Her yerde kan kırmızı çiçekler vardı. İleride bembeyaz kesilmiş Jade, çiçekler kadar kırmızı uzun elbisesiyle dikiliyordu. Bomboş bir ifadeyle bakıyordu ama gözlerinde ona hâkim olan duyguyu görebildim: Huzur. Hafifçe çiçeklerin kokusunu içine çekti. Bakın, serviste onu gördüğüm andan itibaren ondan hoşlanmamıştım ama orasını burasını açmayıp makyaj yapmadığında gerçekten çok güzel görünüyordu. Dudakları alayla değil de huzurla kıvrıldığında onun kötü biri olduğuna inanmak bile istemiyordum. Daha ilk günden nefret ettiğim bu kızı o an için sevdim. Ve o an, kızın etrafını alevler kapladı. Çığlık atmaya başladım. Yanık et kokusu her yeri sarıp ciğerlerime dolarken hemen yangını söndürecek bir şeyler aramaya başladım. Ama lanet çayırda yangın söndürücü yetişmiyor elbet. Son anda kızın yüzündeki mutlu gülümsemeyi görür gibi oldum ve ateş birden bire söndü. Küller ise yanık kokusu ile üzerime savruldu. Ağzıma bile dolan külleri hissedince birden görüntüden kurtuldum ve Andreas ile aynı anda uyandık. Doğrulduğum gibi derin bir nefes aldım ve hala yanık kokusunu duyduğumu fark edince hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Andreas şaşkın gibiydi. Yerden kalkmadık ve ben elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Sonra o kendi gördüğünü anlatmaya başladı "Jade'in çayırda durduğunu ben de gördüm. Ancak yanmıyordu. Etrafını kırmızı bir ateş sardı ve özgürüm diye mırıldandıktan sonra puf diye ortadan yok oldu" Gülümsedim "Cidden mi? Sen puf diye yok olanları görürken ben kül yutuyorum ha? Bu görüntüler hep birlikte olduğumuzda göz göze geldiğimizde falan oluyor. Sanırım görüşmememiz daha iyi." dedim. Bir an için düşündü "Mantıklı" dedi. "Seninle tanışmadan önce bayılmamıştım bile ben. Görüntü paylaşmalar... İkimiz aynı anda aklımızı yitirmiş olamayız" Sonra ayağa kalktı ve bana da yardım etti "Saçma sapan şeyler. Aklına takma. Ne bizi hastaneye yatıracaklar ne de Jade ölecek. B-ben gitsem iyi olacak" dedi. Verandaya kadar onunla geldim ama sonra arkasına bile bakmadan öylece gitti. Bende verandada bir saat oturup kendime gelmeye çalıştım ve kafamı toplamanın en güzel yolunu buldum.

Bisikletime atlayıp evden çıktım. Tinalara vardığımda Damien ve James de ordaydı. Hemen L şeklindeki beyaz koltuğa kuruldum. Sanırım onların görünüşünden bahsetmeliyim şu an. Damien'in taştan oyulmuş gibi mükemmel şekle sahip bir yüzü vardır. Gözleri ve saçları simsiyahtır. Sıska denecek kadar zayıf ve aşırı derecede uzun hayatında hiç sivilce denilen illeti tatmamış sessiz bir tiptir. Ama ne zaman saçma bir şey yapılacak olsa başı o çeker. James ise oyuncak ayı kıvamında hafif kilolu, bronz rengi saçları ve ela rengi gözleri ile sevimli biridir. İçinde Polyanna besleyenler gibi görünür ama aşırı derecede kavgacı ama mantığının sesini dinlediğinden sakin kalmayı başarmayı bilmiş, geniş omuzlarından anlaşılacağı üzere iyi bir yüzücüdür. Sürekli antrenmanları vardır ancak her zaman erittiği yağ oranının iki mislini yiyerek kilosunu korumayı başarır. Tina ise uzun saçlarının uçlarını her gün farklı renge boyayan, mükemmel bir fiziğe  sarı saçlara ve hoş kahverengi gözlere sahip güzel bir kızdır. Egzotik bir güzelliği, gözlerini kapadığında yanaklarına değecek kadar uzun kirpikleri olmasına rağmen okulda ona çıkma teklif edenleri hep reddetmiştir. Kalbini onu arkadaştan öte görmeyecek olan James'e kaptırmıştı çünkü iki sene önce.

Her neyse, üçü bana okulu anlattırdılar. Tina hala benden kopya çekemeyeceği için bozuk atıyordu. Yine de bir süre sonra benim adıma sevindiğini söyledi. Filmi izlemeye başladık sonra ama hayatımızda gördüğümüz en dandik filmdi. Genç kız bir çocuğa aşık olur ama çocuk kurt adam çıkar, ona zarar vermemek için uzaklara gider ve orada avcılar onu öldürür kız kahrolur falan filan. Bir süre her birimiz bir karakteri üstlenip filmin sesini kapattık ve onları kendimiz seslendirmeye başladık. Bir süre sonra Tina'nın annesi geldi ve biraz takıldıktan sonra Damien ve Jason eve dönmeye karar verdiler. Sonra Tina beni benzersiz bir sorguya çekti. Xavier ve Andreas'tan çok hoşlandı, Aurora'yı evlat edinmek istedi. Okula giderken giydiğim kıyafeti eleştirdi. O etek falan giyerdi ama sade biriydi. Bana da insan biraz özenir şeklinde sitem etti. Odasına çıkıp oturmamızı önerse de eve dönmem gerektiğini söyledim. Korkunç bir gün geçirmiştim. Hala o yanık kokusu burnumdaydı ve delirdiğimi itiraf edemiyordum. Ağlamak ve bağırmak istiyordum ve bunu evde yapabilirdim. Eve girince hemen odama çıktım ve üzerimde ne varsa çıkarıp buz gibi suyun altına girdim. Günde yüzlerce kez duş alsam bıkmazdım. Suyu çok seviyordum. O yüzden dakikalarca kaslarım donana kadar suyun altında kaldım. Annemlerin sesini duyduğumda duştan çıktım ve kurulandım. Saçlarımı kuruttum ve yanlarına indim. Annem bana okulu anlattırmaya çalıştı ve hızla bir şeyler mırıldandım. Tatmin olmuştu. Sonra elime bir kitap alıp koltukta babamın yanına kuruldum. Orada da uyuyakalmışım.

Sanki sonraki iki ayı o koltukta uyuyarak geçirdim. Aurora, Floyd ve özellikle Xavier ile çok fazla zaman geçirmeye başladım. Derslerde bile Andreas ile göz teması kurmadık. O hep tek başına yedi yemeklerini. Akşamüstlerimi çoğunlukla Tina'larda geçirdim. Görüntüler yoktu ve Jade sapasağlamdı.  İki ay boyunca bana sürekli sataştı ve her zaman lafı suratına yapıştırdım. En sonunda kendine yeni bir sevgili buldu, ileri seviye ders almasına sebep olan o çocukla mutlu görünüyorlardı. Tamam dedim en sonunda her şey yolunda. Kafam karışık değil. Delirmedim. Aklımın bir köşesinde Andreas bulunuyordu, görüntüler hala dönüyordu kafamda ama Andreas'a, ulaşılmaz olana git demiştim. Görüntüleri kovarken onu da kovmuştum. Şimdi düşünüyorum da keşke o an ona "Dur" deseymişim. Birbirimizle kurduğumuz göz temasına ihtiyacı yokmuş çünkü görüntülerin.

Kaçış [Bir Delinin Günlüğü-1]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin