Zor zamanlar geçiriyorsun Sylvia. Kafan karışık. Hepsi bu.

Olan biten her şeyin ne kadar çılgınca olduğunu düşünmemeye çalıştım. Bitkin vücudumu yataktan kalkmaya zorladım. Güç bela giyinip odadan çıktığımda adımlarımı yemekhaneye sürükledim. Bacaklarım bedenimi taşımamak için adeta direniyordu. Nihayet yemekhane sırasına vardığımda, kahvaltımla beraber iki şişe suyu tepsime koydum. Masaya yaklaştığımda, alkış sesleri koptu. Şaşkınlıktan bir an donakaldım.

"İşte geldi! Grimlocks'un kahramanı!" diye bağırdı Rena.

"Buna hiç gerek yok," dedim utançla bakışlarımı önüme eğmiş şekilde otururken. Diğer masalardaki insanlardaki insanların bakışları bu tarafa yönelmişti. Önümdeki sandalyeye çöktüm ve bir şişe suyu kafama diktim.

"Düşündüğümden de belalıymışsın," dedi Rena.

"Beni çok korkuttun Sylvia!" dedi Lovena ve elinin sırtıyla koluma vurdu.

Dikkat çekmediğim için sevinirken, yine dikkatleri üzerimde toplamayı başarmıştım. Tepedeki ev, ya da büyü okulu. Hiç fark etmiyordu. İnsanların arasına kaynayamıyordum. Göz önünde olmamak için o kadar uğraşıyordum ki. Denemelerim hep başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Üstelik anlayamadığım bir nedenden dolayı kara büyü kullanmış olmam da cabasıydı. Ama tek sorun bu değildi. Dün o kahramanlığı gösterenin kesinlikle ben olamazdım. Böyle bir şeye daha önce tanıklık etmemiştim. Bayılmadan hemen önce bedenime söz geçiremediğimi hatırlıyordum.

"İyi uyudun mu? Yorgun düşmüşsündür," dedi Chesco. Elindeki ekmekten büyük bir ısırık aldı. Zehirden bahsederek onları endişelendirmek istemediğime karar verdim. Belki gerçek bile değildi. Bu aralar anlamakta zorlanıyordum.

"Ben genelde pek iyi uyuyamam," diye mırıldandım. "Hep kabuslar görürüm. Son zamanlarda biraz farklılaştılar ama."

"Ne demek istiyorsun," diye sordu Chesco kocaman gözlerle. Birinin kabuslarımı merak edeceğini düşünmemiştim. Onların da yorumunun aynı olacağını sanıyordum. 'Psikolojine bağlı. Gerçek değil. Korkmana gerek yok.'

"Bilmiyorum farklı... bir enerji var. Hep aynı gücü hissediyorum."

Chesco çenesini sıvazladı.

"İşte bu garip. Sana olsa olsa Judegard yardımcı olabilir."

"Kim?"

"Rüya analizi ve şifreleme alanında uzman. Bu tür işler ondan sorulur."

"Hemen görüşebilme ihtimalim var mı?" dedim. Chesco başını salladı.

Kahvaltıdan sonra Lovena, Chesco ve ben Judegard'ı görmeye gittik. Lovena ve Chesco'nun anlattıklarına göre, Judegard rüya biliminde oldukça uzman bir büyü hocasıydı. Rüyalar büyücüler için kutsaldı. Rüyalarımızda çözülmesi gereken mesajlar olduğuna inanıp ömrünü bunu araştırmaya adamış birçok büyücü vardı. Amcam rüya bilimini saçma bulurdu. Ben de onun düşüncelerini benimseyerek, beni çok cezbeden alandan uzak durmaya çalışmıştım. Sadece bazen ona çaktırmadan kitaplarda bunları araştırırdım. Rüyalarımın sır perdesini aralayacak kitap bulmayı umardım. Sembollerin anlamlarını kurcalardım. Yılan. Karanlık. Ölüm.

Amcam zamanımı boşa harcamamamı öğütlerdi. 'Rüyalar zihninin bir yansımasıdır Sylvia, önemsizdirler.' Zihnimin bir yansıması olmalarının neden önemsiz oldukları anlamına geldiğini hiç anlamamıştım. Şimdi ilk defa bu bilimin uzmanı biriyle konuşacağım için kalbimin hızla çarptığını hissediyordum. Anlatmak istediğim şeyler beynime doluşuyordu. Şimdiye kadar sormak istediğim tüm sorular ağzımdan dökülüvermek istiyordu.

Judegard'ın odası sol kanattaydı. Sol kanata ilk kez geçiyordum. Karşımıza çıkan uzun koridor boyunca ilerledik, ardından bir kapının önünde durduk. Kapıdaki yazıyı okudum. CASPER JUDEGARD.

Lovena kapıyı açıp içeri girdi. Aralanmış kapıdan içeri baktığımda, masalarda itinayla dizili iksir şişelerini ve üst üste sıralanmış kitapları görebiliyordum. İçeriye doğru bir adım attım. Duvarların arasındaki kısa mesafeyi, odanın ortasındaki geniş masa, bir kitaplık ve sandalyeler dolduruyordu. Görünürde kimse yoktu.

"Bay Judegard, burada mısınız?" diye seslendi Lovena. Kimse ses vermedi. Sonra bir adam, sağ taraftaki duvarın içinden geçerek odada belirdi. Siyah saçları favorilerine doğru beyazlamıştı. Giydiği laboratuvar önlüğü çeşitli renklere bulanmıştı.

"Size nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu güler yüzle.

"Aslında size tam alanınızla ilgili bir şey danışmaya geldik. Kabuslar," dedi Lovena.

"Sorun tam olarak nedir?" dedi ikimize de bakarak.

"Bu aralar gördüğüm kabuslarla ilgili size danışmak istiyordum," dedim.

"Anlat bakalım," dedi ve bir tabure çekti. Bize de arkamızda duran tabureleri işaret etti. Oturduğumuzda kelimeleri toparlamaya çalışarak, artık defalarca kez görmüş olduğum rüyayı anlatmaya başladım.

"Bir yılan var. Sürekli beni izliyor. Beraberinde bir enerji hissediyorum."

Yüzü birden ciddileşti ve oturduğu tabureden ayağa kalktı. Kapıya doğru ilerleyip kapıyı çekti ve bize duvarı gösterdi. "İçeri gelin." Duvarın arkasına geçince öbür laboratuvardan daha geniş bir odaya geçiş yaptık.

Karşımızdaki duvar yan yana dizilmiş kitaplıklarla kaplıydı. Duvara bitişik bir masanın üzerinde, iksir şişeleri, yırtılmış kitap sayfaları ve kalemler yığılıydı. Masanın yanındaki deri kaplı koltuk, çapraz bir şekilde duruyordu.

Judegard kitaplığa yanaştıktan sonra bana döndü.

"Adın nedir?"

"Sylvia. Sylvia Kleefleigh."

"Buraya otur lütfen Sylvia," dedi masanın yanına iliştirilmiş sandalyeyi göstererek.

Sandalyeye oturdum ve kollarımı kavuşturdum.

"Bana kabuslarını anlatmanı istiyorum ki sana yardımcı olabileyim."

"Peki," deyip derin bir nefes aldım. Son gördüğüm rüyaları düşündüm. "Bir tanesinde simsiyah bir odadaydım. Sürünerek bana doğru geliyordu. Diğer bir rüyada beni yakaladı. Sonra her yer bembeyaz oldu. Birden beyazlığın ortasında giderek büyüyen kırmızı bir leke belirdi. Sanki kan gibi."

"Kesinlikle bir mesaj bu," dedi Judegard elini çenesine dayayarak. "Siyah ve beyaz zıt iki renk. Ve bir de kırmızı vardı öyle mi? Bir mesaj olduğu şüphesiz. Ama iki rüyadan çıkarım yapmak çok zor."

"Bu bana yardım edemeyeceğiniz anlamına mı geliyor?" dedim umutsuzlukla.

"Tabii ki hayır. En iyisi bir sonraki kâbus görüşünde buraya gelmen," dedi Judegard.

Başımı salladım. Sandalyeden kalktım. Duvara doğru ilerlerken, Judegard bize seslendi.

"Bekle. Şu kabuslarla ilgili verebileceğim bir şey var galiba."

Uzun masanın üstündeki tüpleri kurcalamaya başladı. Sonra bir tüpü eline aldı ve içindeki pembe sıvının bir kısmını küçük boş bir şişenin içine döktü. Sonra şişeyi bana verdi.

"Kabuslarını durdurmaz. Ki bunu biz de şu anda istemeyiz. Ama kontrol altında tutacaktır," dedi ve kafasını salladı. Duvardan geçerek tekrar az önceki odaya çıktık. Kapıya yöneldim. Kapı kolunu indirmek üzereyken durdum. Arkamı döndüm.

"Sizce bu ne anlama geliyor olabilir Bay Judegard?"

Yüzü asıldı ve kafasını iki yana salladı.

"İyi değil Sylvia. Hiç iyi değil."

"GÖLGE" - Magic Serisi I ∞Where stories live. Discover now