Bölüm-17

27 3 5
                                    

Her gecenin bir sabahı vardır ya hani, işte benim anlam veremediğim tam olarak bunun nasıl gerçekleştiğiydi. İnsan bedeni, en az içindeki yaralı ruhu kadar yorgun ve onun çabalarını boşa çıkarmamak adına direnirken büyük bir sahiplikle, uyku denen merete yenik düşer her seferinde. Uyku, yaralı ruhların ağırlığını taşıyamayan bedenlerin kendilerini toparlayabilmesi için deri yenilemesidir bir nevi. Kısa süreli bir ölüm ve yeniden doğuştur her güne. Nasıl oluyordu da ben bu gecenin can acıtıcı ihanetine her seferinde yenik düşebiliyor ve hiçbir şey olmamış gibi yeniden onu affedebiliyordum?

Sabah, Cansu'nun 'yerime imza at, ben uyumak istiyorum' cümlesiyle başlamıştı. Ondan ayrılmayı hiç istemeyerek hazırlanmış, Bülent Hocanın kafa ütüleyen dersine içimde en ufak bir ilgi kırıntısı olmadan girmiş, Güvenle konuşmamaya yemin etmişçesine sessizliğimizi koruyan bir yemeği bile paylaşmıştım. Cansu odadan çıkmak istemiyordu, biz de dünkü korkuyu üzerinden hemen atmasını zaten beklemiyorduk.

'Gökhan iti olmasın?' diyerek bozdu yeminini Güven.
'Zannetmiyorum.' Zannetmiyorum mu?
'Ben o götten her şeyi beklerim.' dedi Güven elinde artık yapraklıktan çıkan yaprağın genleriyle biraz daha oynayarak.
'Güven öyle bir şey değil bu, ya nasıl açıklayacağımı bilmiyorum ama-' cümlem Ezel'i görmemle yarıda kaldı.
'Selam, Asya Cansu'ya ulaşamıyorum. Nerede?'
'Uyuyordu, odadan çıkmak istemediğini söyledi en son.' Çocuğun gözleri kan çanağı gibiydi, Cansu'nun yerine ben kıyamadım.
'Ya yalnız bırakmasak mı acaba? Bi arasan mı?'
'Deneyelim şansımızı.' dedim. Ezel Cansu'yu görmeden rahata eremeyecekti.

Ulaşamıyordum, telefonu muhtemelen sessize almıştı ya da belki banyoya girmişti. İkinci kez aradığımda çatallanmış sesiyle 'Efendim kuzum.' diyen Cansu, 'kuzum' kelimesini kullandıysa şuan arayan kişinin kim olduğuna bakmadan cevap vermişti.
'Ben Asya.' dedim Ezel'in garipseyen bakışları altında. Bu çocuk daha bir koca fırın ekmek yemeliydi bizi çözebilmek için.
'Ne yaptın? Arka bahçedeyiz, istersen gel ya da biz gelelim nereye istiyorsan.' dedim.
'Ya,' dedi pek emin olmamış gibi. 'düşündüm bende ama odadan çıkmak istemiyorum sanırım bugün.'
'Anlıyorum da, bence tek başına kalmak da odaya hapsolmak da bir işe yaramayacak.'
'Eve mi gitsem diyorum bir kaç gün. Babamla konuştum az önce, sesimden sezdi bir şeyler olduğunu. İçi rahat etmeyecek, kıyamam.'
'E tamam, gel madem bilet alalım sana.'

Ezel 'Ne? Ne bileti? Nereye? Niye?' diye bildiği bütün soru eklerini kullanarak ağzımın içine bakıyordu. Elimle sen bi dur der gibi susturdum onu. Az sonra hepimiz kalkmıştık, Cansu'yu yurdun önünden almak üzere yola çıktığımızda Kenan aradı.

'Ne yapıyorsun?' Durumu özet geçtim. 'Benim biraz işim var dışarıda, yanınıza uğrarım bitince.' dedi. Ne işi vardı? Ona söylemem gereken şeyler gün geçtikçe artıyordu ve ben bir türlü fırsatını bulamıyordum.
'Peki.' diyebildim sadece.

Cansu geldiğinde gözleri dün geceden kalma gibi kızarmış ve yiten ışığına yenilerini ekleyememiş gibiydi. Cansu'ya yaklaşmak için bir adım atmamla, Ezel'e benden önce davrandığı için 'tuvalet terliği' lakabını yeniden layık görmem bir olmuştu. Önden gidiyorlardı, Güven uyuz olduğumu anlamış gibi yanıma gelip koluma girmişti. Bir doksan bir adamın hepi topu bir altmışlık kızın koluna girdiğini gören şaşkın bakışlar altında kampüsten çıktık.

Bileti ertesi gün sabahına almak pek mantıklı olmasa da Cansu devamsızlığını umursayacak durumda değildi. Ben hallederdim, daha önce yapmadığımız şey değildi. Sadece sorumluluğum artacaktı ve daha erken uyanacaktım, hepsi bu. Yüzüm kısmen durumdan hoşnut olmayan yan bakışlı emoji halini almış olacak, Cansu kendini affettirme girişimlerine başlamıştı.
'Yaa, sana da yük olacağım ama.. Kusura bakma Ohi.'
'Saçmalama be, ne yükü. Güven varken hemde.' dedim. Güven ona olan güvenimizden gayet mutsuz bir şekilde havaya iki üç sövgü savurdu. Güldürmek onun işiydi sonuçta.

BİR BAŞKA CENNETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin