12. Gizem(Hayaletin Yolu)

Start from the beginning
                                    

Açıkçası iki seçenek de birbirinden beterdi. Burada daha fazla kalamazdım. Ve buradan kurtulmak için yapmam gereken, örümceklerle dolu, ıssız ve rutubetli bir zindandan geçmekse, buna razıydım.

Cesaretimi toplayarak zindanın ilerisine doğru bir adım attım. Zindanın derinliklerine doğru ilerlerken, zifiri karanlığa git gide gömüldüğümü hissedebiliyordum. Merdivenler hala oradaysa bile, oraya geri dönme şansım, attığım her adımla azalıyordu.

Rutubetli hava öksürmeme neden oldu. Havada ağır bir küf kokusu vardı. Elimle ağzımı kapadım. Soğuktan korunmak umuduyla kollarımı kendime sardım. Bilinmezliğe doğru yürüdüğüm uzun dakikalar sonunda çaresizlik tüm bedenimi sarmıştı. Buradan hiç çıkamayacağım düşüncesi zihnimde yankılanıp duruyordu.

Belki yokluğumu fark eden birileri olmuştu. Ama burada olduğumu tahmin bile edemezlerdi. Günün birinde dalgınlığım yüzünden öleceğimi düşünmezdim. Yanımdaki taştan yapılma duvarı elimle yokladım. Dikkatlice yere oturdum. Somurttum. Böyle şeyler neden hep benim başıma geliyordu?

Önümde tuttuğum değneğimden çıkan ışığa baktım. 18. doğum günümde bu büyüyü beceremediğim zaman aklıma geldi. Son birkaç haftada çok şey değişmişti. Değişmeyen tek şeyse... benim başımı belaya sokma yeteneğimdi.

Düşüncelerimi bölen, ileriden gelen uğultu sesi oldu. Işık topunu sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Bir pencere görebilmek umuduyla gözlerimi kısıp karanlığın derinliklerine baksam da, nafileydi. Ayağa kalktım. İleride belli belirsiz görünen parmaklıklar olduğunu fark ettim. Yaklaştıkça parmaklıkların bir hücreyi çevrelediğini gördüm. Hücrede üst üste yığılmış birkaç keresteden başka bir şey yoktu.

Uğultulu ses tekrar kulağıma ilişti. Parmaklıkların ardında yere düşen bir gölge gözüme çarptı. Kaşlarımı çattım. Değneğimi hücreye biraz daha yaklaştırarak içerinin aydınlanmasını sağladım. Zihnimin karanlıkla boğuştuğu birkaç dakikadan sonra, gölge parmaklıklara doğru usulca süzüldü. Bir soluk alıp verme sesi işittim. Ne olduğuna anlam veremeden, parmaklıkların ardında bir çift göz belirdi.

Geriye sıçradım. Elbette siz olacakları öngörmüş olmalısınız. Sylvia, hiç zeki bir büyücü değilsin, dediğinizi duyar gibiyim. Halbuki tüm işaretler ortadaydı:

1. Uğultulu ses

2. Esrarengiz gölge

3. Nefes alıp verme sesi

"Kaçma lütfen," dedi zayıf bir sesle.

Ve ben tabii ki... kaçtım.

En azından denedim. Kendimi karanlığa doğru atarak var gücümle koştum. Maraton koşumu bölen, değneğimin yanında olmayışını fark etmem oldu. Silinmiş bir karakalem çizimini andıran hayalet, değneğimle önümde belirdiğinde, az daha kalbim duracaktı.

"Bunsuz pek bir şey yapamazsın," dedi değneğimi inceleyerek. "Uzun zamandır elime bir değnek almamıştım. Güzelmiş."

Öne atılarak değneğimi aldım. Bir kılıç misali hayalete doğru tuttum.

"Kim-kimsin sen?"

Kekelediğim zaman pek tehdit uyandırıcı görünmüyordum.

"Ne önemi var? Zaten buradan çıkmak dışında bir şeyi umursamıyorsun."

"Glowia!"

Değneğimin ucunda beliren ışık kaynağı, muhatabımı daha net görebilmemi sağladı. Benden birkaç yaş daha küçük bir erkek çocuğuydu.

"Beni öldürmeyi aklından bile geçirme." Sırıttı.

"Belki denerim."

Bulmayı beklediğim gibi ürkütücü bir hayalet değildi. Öte yandan, ona güvenebileceğimden de emin değildim. Hikayenin bazı önyargılara sebep olduğu doğruydu ama-

"GÖLGE" - Magic Serisi I ∞Where stories live. Discover now