0.0|post

1.3K 73 96
                                    

Avukat Tom Hiddleston'ın ofisi, yılın birçok gününün aksine o gün fazlasıyla boştu.

Tom, asistanıyla birlikte terasa çıkmış; yemek yemiş ve ardından birkaç dosyayı da inceleyip tekrar aşağı, ofisine dönmüştü.

Böylece öğle arası son bulmuş ve Tom, hastalarını beklemeye koyulmuştu.

"Lydia, bana bir fincan kahve getirmeni rica etsem?" dedi tok, ama bir o kadar şefkatli ses tonunun ayarını yaptıktan hemen sonra.

Minyon kız, gözlüklerini geriye doğru itti ve gülümseyerek Tom'a baktı.

"Elbette Bay Hiddleston, n'asıl arzu edersiniz?"

"Orta şekerli lütfen."

Lydia, işinde yeniydi. Bu yüzden Tom, ona karşı olabildiğince toleranslı davranmaya çalışıyor; yoğun iş günlerinde kızın üzerine fazla iş yıkmamaya özen gösteriyordu.

Ayrıca bazı rutinleri öğrenmesi konusunda da onu sıkıştırmıyordu.

Heyecandan mıdır bilinmez; çalışmaya başlayışı beş iş gününe tekabül etmişken dahi, hâlâ bu kahve rutinine adapte olamamıştı. Ki her kahve istenişinde n'asıl olması gerektiğini soruyordu.

Tom, çevresindeki avukatlarına çoğundan daha anlayışlı ve yumuşak bakışlı bir patrondu.

İnsanlar, özellikle en büyük rakibi Reed Adler gibi katı kurallara sahip olmadığı için onları kıyaslamakta zorlanmıyordu.

Ve yine aynı insanlar, bu toleranslı kişilik hakkında duydukları yorumları göz önünde bulundurarak Reed Adler'ı tercih ediyordu. Zira bir avukatın iyisinin, katı olanı olduğu yönünde kalıplaşmış bir düşünce yapısına sahiplerdi.

Mahkemelerin sonuçları araştırılmıyordu bile.

Piccadily'nin en ünlü avukatı olmayabilirdi ama, davaların hiçbirinde tökezlediği görüşmemişti.

Oysa Reed Adler fazlaca mahkeme kaybetmişti.

Böylece Tom'un da ondan üstün olabildiği bu noktayı elinden kaybetmemesi için deli gibi savaş veriyor olması gerekirdi.

Öyleydi de.

Dosyalarının arasına sıkışmış bir mektup gördüğünde, üst üste yığılmış düşünce enkazından sıyrılıverdi.

"Lydia!" diye bağırdı. Yumuşakça.

Cevap alamadığı için zarfı evirip çevirmeye başladı. Gerçi kız yanına gelmiş olsa bile, muhtemelen mektubu kimin getirdiğini bilemeyecekti.

Yine de normalde bu tür mektupların posta kutusunda olmaları gerekirdi, dosyaların arasında değil.

Mektubun üstünde ne bir isim, ne bir adres yazmıyordu.

Sadece büyük, estetik harfler işlenmişti zarfın arka kısmına.

'TOM'A'

Tom, içine demir atan ürpertiye karşılık zarfı masaya bıraktı ve sandalyesinin arkasında asılı duran ceketini sırtına aldı.

Zarf hâlâ aynı sinir bozucu durgunlukla masayı işgal ediyordu.

Durgunluk?

Ne bekliyordu ki? Zarfın kendiliğinden açılıp okunmasını mı?

Hayır, ama bunun olmasını isterdi.

Çünkü bu el yazısını tanıyordu.

Bu, Reed Adler'ın yazısıydı.

Ki hiç iyi şeylerin habercisi değildi.

Zarfı tekrar eline aldı ve yırtarak açtı.  İçinden çıkan kağıdı inceledi.

Reed Adler'ın güzel el yazısıyla bir cümle yazılmıştı kocaman kağıdın üzerine.

'Sana bayılacağın bir dava yolluyorum Hiddleston, bakalım bu davayı n'asıl alacaksın?'

İthaflar:
zihinsancisi
MissHarleen
trapped_goddess
kissmytears

unknown husband|tom hiddlestonKde žijí příběhy. Začni objevovat