Bölüm 5 / Prom Nightmare

14 2 3
                                    

Otobüsten indiğimde tesisin bi köşesine geçip bacaklarımla garip hareketler yaptım. Yaklaşık 12 saatlik şehirler arası otobüs yolculuğu yoruyordu, özellikle şoför acemiyse. O kadar uzun sürdü ki bi an Meksika'nın üzerinden geçtiğimizi sandım. Ben bacaklarımı sallayıp belimi kütletirken telefonum çaldı. Cebimden çıkartınca babam olduğunu gördüm, beni alıp eve götürecekti.
"Alo"
"Alo, Candice. Geldin mi?"
"Evet, otobüsten şimdi indim, sen neredesin baba?"
"Şehir merkezinde trafiğe yakalandım, sanırım birisi kaza yapmış. Ama uzun sürmez, 10 dakika sonra oradayım canım."
"Tamam baba, yaklaşınca ararsın."
"Seni seviyorum."
"Bende seni baba."
Telefonu geri cebime koydum ve gölgeye aldıkları kafeteryanın sandalyelerinden birine oturdum. Tam telefonumu çıkartıp kızlara mesaj atacaktım ki, telefon çalmaya başladı. Babamın bir şeyi söylemeyi unuttuğunu düşündüm ama arayan bilinmeyen numaraydı.
"Alo."
5 saniye kadar bekledim ama cevap gelmedi.
"Aloo?"
Hala cevap yok. Sadece derin nefes alış veriş.
"Bakın eğer dalga geçip birilerini işletecekseniz yaşıtınızı bulun aptallar." dedim ve sinirle telefonu kapattım. Numaram tekerleme gibiydi bu yüzden genelde tutturdukları kişi ben oluyordum, içimden bir kaç küfür daha ettikten sonra telefonu çıkartıp kızlara Las Vegas'ta olduğumu belirten bir kaç mesaj attım ve oturup babamın gelmesini bekledim. Söylediği kadar geç gelmedi, sanırım 7 dakikada buradaydı. Kucaklaştıktan ve çantalarımı bagaja yerleştirdikten sonra ön koltuğa oturdum ve ders, sosyal durum vb klasik okul sorularıyla geçen araba yolculuğu sonunda hava kararmak üzereyken eve geldik. Kapıda annem bekliyordu ve nedense ağlayacak gibi duruyordu. Annem hep böyleydi, çok duygusaldı ve beni görmeyeli 6 ay bile olmamıştı. Arabadan iner inmez bana sarıldı ve o anda gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı,
"Candice..."
"Seni çok özledim kabağım."
"Bende seni özledim anne, hadi ağlama sanki yıllardır ortada yokum."
Bazıları gibi
"Söz konusu kendi evladın olunca aylar yıllar gibi geliyor." beni bırakıp elinin tersiyle gözyaşlarını sildi ve devam etti "Her neyse, haklısın. Çantalarını alıp içeri geçelim, en sevdiğin yemekleri yaptım."
Babam ben ve Eric çantaları birer birer aldık ve eve geçtik. Yürüdüğüm her adımda Justin'le olan anılarım aklıma geliyordu, en kötüsü de Patrick. Zavallı çocuk. Baloya tek gözü mor ve dudağındaki patlak kendini belli ederken gelmişti...

Balo gecesi
"Justin bu 4. mesajım sanırım, ben oteldeyim parti başladı ve hala yoksun. Kaza falan yapmış olmandan korkuyorum. Lütfen mesajı alır almaz geri ara." mesajı bıraktıktan sonra telefona umutsuzca bakıp bir of çektim. Parti başlamıştı ve Justin ortalıkta yoktu. Binaya girmeden önce otelin girişinde Justin'in motorsikletiyle gelmesini ve "Özür dilerim bebek, zamanla aram pek iyi değil." demesini bekliyordum. Ama yarım saat 1 saat oldu ve gelmedi. Kaldırıma beyaz elbisemle çökmüş, Marcelyn'in getirdiği içkiyi yudumluyordum. Bi kaç damla gözümden yaş düşmüştü ama daha ağlamaya başlamamıştım. Ekilmiştim, hemde en sevdiğim tarafından. Şimdi başka bir kızın yanında olma fikri beni delirtiyordu. Neredeydi acaba? Benim yanımı değil de kimin kollarını tercih etmişti? Bu düşüncelere dalmışken bir kaç damla daha düştü gözümden ve bir kaç yudum içki daha içtim, derken Patrick yanıma oturdu. Yüzümü yavaşça ona döndürürken, "Burada ne işin var." dedim, söylediğim şeye karşın sert bir sesle söylememiştim bunu, o da anlamış olacak ki, "Dayak yeme sebebimin iyi olup olmadığını merak ettim." dedi.
"Cevabını almış olmalısın." dedim ve şuan kızarık burnumla ve titrek sesimle ne kadar çirkin görünüyor olabileceğimi düşündüm.
"Aldım." yüzünü karşıya çevirdi ve o da elindeki içkiden bir yudum aldı.
"Ama gelme sebebim bu değildi." dedi. Yüzümü ona çevirince bir nefes aldı ve devam etti,
"Sana söylemek istediğim, eğer biraz daha kaslı ve uzun olsaydım şuan senin için onun kıçını tekmelemiştim. Çünkü buna değersin, Cancide. Şuan burada olmayarak yaptığı hatayı bilmiyor. Seni asla bu kadar güzel göremeyecek ve bu da benim şansım." sarhoş bir gülümseme takındım ve,
"Haklısın." dedim.  Öyleydi. Beni asla bu kadar hazırlıklı göremeyecekti, ama üzüldüğüm tüm bu hazırlığı ben ne balo ne de içindeki insanlar için yapmıştım. Ne yaptıysam hepsini Justin için yapmıştım. Şuan yanımda duran rahatsız 15 cm'lik topukluları onun için giymiştim, kuaför saçıma 10 kat spreyi Justin için sıkmıştı, taktığım küpeler, makyaj, ojeler hepsi. Hepsi onun içindi ve o burada değildi.
"Özür dilerim Pat, Justin düşüncesiz orospu çocuğunun teki." elimi gözünün altına koydum ve, "Umarım bir gün daha beterini yaşar." dedim. Bunu ne kadar içtenlikle söylediğim tartışılırdı. Pat cevap vermedi, gözlerimin içine baktı ve beni öpmek için eğildi ama gözündeki elimi indirip omzundan ittirerek onu durdurdum, "Hayır, bunu yapamam."
"Anlıyorum."
"Özür dilerim Pat, ben sadec..."
zür dilemek zorunda değilsin, haklısın da, benimki saçma bir girişimdi." o an boynuna sarılıp onu öpmek istedim. Uzunca, nefessiz kalana kadar, ama biliyordum ki, onu öperken düşündüğüm kişi Patrick değil Justin olacaktı. Bunu bilerek ona yapamazdım, o ne kadar acımasız olsa da Patrick'in bir suçu yoktu ve ben ona karşı bu kadar acımasız olamazdım.
"Hadi kalk, seni evine bırakayım." dedi kalkarken ve elini bana uzattı. Hayır diyecek halim yoktu çünkü Marcelyn'in verdiği her neyse sertti ve şimdiden başım ağrıyordu. Kendim gidecek halde değildim ve Justin burada olmadığına göre bu görevi Patrick'in yapmasını doğru buldum. Elimi eliyle buluşturdum ve beni ayağı kaldırmasına izin verdim. Paytak paytak yürüyordum ve çok uykum gelmişti, eve gidip yatmak ve sabah kalkınca ölene kadar ağlamak istiyordum.
Eve geldiğimizde Patrick kontağı çevirdi, o çok içmediğinden sıkıntısız arabayı sürebildi. Ama ben hala çift görüyordum. Dışarı çıkıp kapımı açtı ve, "Biraz soğuk hisset." dedi, bunun haziran ayında olması mümkünmüş gibi.
"Teşekkürler Patrick. Sen iyi bir insansın." dedim ve ellerimi boynunun arkasında birleştirdim, o da aynı refleksle ellerini belimde birleştirdi.  Gözlerinin içine bakıyordum, Justin'in bal rengi gözleri gibi değildi, derin mavi gözlerdi ve belki de bana Justin'in hiç bakmadığı bir aşkla bakıyordu. Ben ona nasıl bakıyordum bilmiyorum ama, yapacağımı yaptım ve eğilerek dudaklarını öptüm. Ellerim boynunda haraket ederken onun elleride benim belimde yukarı aşağı gidiyordu. Bu şekilde en fazla üç saniye kalmışızdır. Sonrasında yaptığım hayatı fark edip nefesimin altından bir kaç kere özür diledim. İçeri adım atarken elimi tutuyordu ama ikinci adımda ellerimiz çözüldü. Onu o karanlıkta bıraktım ve bende göz yaşları içerisinde eve girdim...

Eve hep beraber girdiğimizde ev çok güzel kokuyordu, annemin patates püresinin ve et yemeğinin kokusu her yere dağılmıştı. Bu tanıdık hisle gülümsedim ve çantamı yukarı, odama bırakmak için merdivenleri çıkmaya başladım. Odam resmen yuva kokuyordu. Yatağımda Marcelyn'le yatıp Justin ve Roy hakkında konuşmamız, masamda ders çalışırken birden Justin'in 'aşşağı in' mesajlarıyla telefonumun titremesi, baş ucumdaki masada çocukluk resimlerimin olması ve balo gecesi balkondan attığım için bir kaç çerçevenin boşluğu... Her yerde anılarım vardı ve atmaya kıyamadığım resimlerimizi çekmecenin altına tıkmıştım. Yatağıma oturup çekmeceyi açtım ve geçen sene, Justin ortadan kaybolmadan bir kaç hafta önce çekindiğimiz resime baktım. Neler olacağından o kadar habersiz duruyordum ki bir an kendime acıdım. Ve sonra Justin'i ne zaman düşünsem eninde sonunda duyduğum duyguyu hissettim, nefret ve saf özlem.

Senin İçin // JBWhere stories live. Discover now