Bölüm 1

45 4 1
                                    

"Candice! Aşağı in, erkek kardeşin arıyor!" Uyanır uyanmaz ilk duyacağım sesin bu olmasını istemezdim ama 2 kız ile aynı eve çıktıysanız genelde bu, sabah kalktığınızda duyacağınız ilk ses oluyor. Gücümü toplayıp "Tamam!" diye bağırdım ve -bu sefer kalkmak için- gücümü toplayıp ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Zaman kaybetmeden yataktan çıktım ve hızlı adımlarla merdivenlerden indim. Molly salonda üçlü koltuklardan birinde oturmuş, dizinde laptop, elinde telefonu tutuyordu. "Günaydın." dedikten sonra telefonu almak için yaklaştım, Molly "Saat 2, Candice." demeden telefonu vermedi. Ona 'her zaman böyleyim, bilmiyor musun?' bakışımı attıktan sonra telefonu elime aldım.
Telefon kulağımdayken mutfağa doğru ilerledim. "Merhaba Eric, nasılsın?" buzdolabını açtım. "İyi Candice, babamlar ne zaman şehre geleceğini sormamı istediler." sütü çıkardım. "Dönem bitmek üzere, ve onlarda biliyor ki Texas'dan Las Vegas'a uzun bir yol var, son notlar verilir verilmez geleceğim." kaseyi çıkardım. "Tamam, onlara söylerim. Görüşürüz." "Görüşürüz Eric."
Telefonu kapattıktan sonra sütü kaseye boşalttım ve üst kapaklı dolaptan mısır gevreğini çıkarttım. 4-4'lük sabah kahvaltımı hazırladıktan sonra Molly'nin yanındaki üçlü koltuğa oturdum ve "Maria nerde?" diye sordum. Evet, Maira. Evimizin üçüncü, Latin üyesi. Duruma bakılınca aslında komikti çünkü ben beyaz, Molly siyah Maria ise Latin'di. Buna rağmen birbirimizi bulmak zor olmamıştı, çünkü çoğu kişi çoktan birbirini tanıyordu ve daha dönem başlamadan ayrı evlere çıkmışlardı. Bizde ortada kalmamak için bu evi tutmuştuk ve birbirimizi eve taşındıktan sonra tanımıştık. Molly gözlerini laptoptan ayırmadan "Matt'de olmalı. Sabah erken kalktı, dün gece projeden bahsediyordu." dedi. Aslında Matt'in iyi biri olmadığı, Maria'ya nasıl zarar verebileceği hakkında uzun bir konuşma yapabilirdim ama bunu bende biliyordum, Molly ve Maria'da.
Onun yerine arkama yaslanıp dün gece gördüğüm rüyayı düşündüm. Neden oluyordu? Neden hep aynı şeyi söylüyordu? "Senin için." bunu 3 gece arka arkaya söylemişti. Ama dün gece çok daha fazlasını...

Dün gece Candice'in rüyası...
Eskiden Sarah ile neredeyse her öğlen dondurma ve çörek yemek için geldiğimiz yerdeydim. Vitrinde çöreklerin seçenekleri ve fiyatları yazıyordu ve ben tam vitrinin önünde elimde kırmızı şemsiyem, üzerimde bej rengi paltomla duruyordum. Yağmur yağıyordu, bu eski rüyalarımdan farklı bir özellikti. Genelde tam olduğu yerde olurdum ama hava bulutlu olurdu. Böyle havaların birinde Justin, "Sensiz içim bu bulutlar gibi." demişti. "Ne siyah kadar mutsuz ve umutsuz, ne beyaz bulutlar gibi saf ve mutlu. Gri. Seninle olan mutluluğumu özleten ve sensiz yaşadığım umutsuzluğun karışımı sanki..." Romantiklikle alakası olmayan bir adamın söylediği en güzel sözlerdi bunlar. Aynı zamanda benden severek vazgeçmiş. Bazen Justin'ın bu kelimeleri yanlışlıkla söylediğini düşünürdüm.
İşte ordaydı. Artık rüyalarımı ezberlemiştim, karşıdaki kütüpahnenin kaldırımından bana doğru gelirdi. Attığı her adım, kalbimin ritmine uyardı sanki. Yaklaştıkça adımları hızlanır, benim kalbim de daha hızlı atmaya başlardı. Aramızda iki adımlık mesafe kalacak şekilde durdu, ama bu aşk dolu bir mesafe değil resmi bir mesafeydi, çünkü yüzünde de aynı ifade vardı, "Bugün çok güzel görünüyorsun." dedi. Üzerimde ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu, sadece bej paltomu görmüştüm, bugünün diğer günler gibi olmayacağını belirterek "Neden bunu yapıyorsun? Daha fazla acı çektiğimi görmek için mi?" dedim. Sesimde kararlılık, belki de biraz alay vardı. Bu sefer eskisi gibi olmayacaktı, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi günlük bir konuşma yaşayamazdık. Rüya olsa bile, sorularım cevapsız kalamazdı, kafasını hafifçe öne eğdi ama gözleri hala gözlerimdeydi; "Sana acı çektiren ben değilim." dedi. Bundan emin değildim ama o emin görünüyordu. Şemsiye hala benim kafamın üzerindeyken Justin çoktan sırılsıklam olmuştu. Bir an hasta olmasından korktum, bu düşünceyi aklımdan çıkartarak, "Neden rüyalarıma giriyorsun? Seni unutmak için uğraştığım onca aydan sonra şimdi beni bu şekilde mi cezalandırıyorsun?" sesim titriyordu ama ağlayıp ağlamadığımdan emin değildim. Justin bir adım daha yaklaştı, şemsiye tutan elimi tuttu ve şemsiye elimden düştü. İki eliyle ellerimi tuttu ve anlını benimkiyle birleştirdi. Ben gözlerimi kapatmıştım ki derin bir nefes aldı ve "Gün gelecek, bunların hepsini senin için yaptığımı öğreneceksin." dedi. Sağ elini sol elimden kurtardı ve yanağıma götürdü, tam öpecekti ki her zaman duyduğum kurşun sesini duyarak uyandım...

Telefonu elime aldım, saatin 3.24 olduğunu görünce geriye yaslandım ve derin nefesler aldım. Anlımdaki terleri elimle sildim ve tamamen sakinleştiğimden emin olunca sağ tarafımda duran çekmeceden defter ve kalemimi çıkardım, rüyanın aynısını, hiçbir detay kaybetmeden geçirdim. Bunu ne zaman onu rüyamda görsem yapıyordum. Artık rüya bile demek istemiyordum, rüya olamayacak kadar gerçekçi ama bir o kadar da güzeldi. Bir anı kadar netti ve her harf her hece aklıma hiç çıkmayacak şekilde kazınıyordu. Rüya defterine ihtiyacım yoktu aslında çünkü unutmam imkansızdı. Yine de bazı bilgilere kullanmak için ihtiyacım vardı, Las Vegas'a dönüş amacım ailemi ziyaretten çok, Justin'i bulmak olacaktı. Bana yaşattıklarından sonra, eminim bir bahanesi olacaktır.


Arkadaşlar bu benim ilk wattpad hikayem olacak umarım beğenirsiniz yorumlarda görüş belirtmeniz çok önemli okuyan herkese teşekkür ederim :))

Senin İçin // JBDär berättelser lever. Upptäck nu